Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Her gün güneş doğuyordu...

Her gün güneş doğuyordu... Her sabah, sokağın başından "Sütçü!" diye bağıran mahallenin sütçüsü... Her gün geliyordu süt satmak için. Öğlen vakti uyandığı yatağından sağa sola sendemeler, bir taraftan da ayak topuklarından yukarı yükselen iğnelemeli ağrılar... Saat üçte iş başı. Gece, artı mesai ile birlikte ikide eve... hayatı hep böyle gidiyordu... Her gün her sabah güneş doğuyor ve her gün işe gidiyordu. Sütçü ısrarla her sabah; "Süt!" diye çığırıyordu. -"Benim evim yan binanın üçüncü katında ve her gün sabah erken kalkarım. Hikmet'in öğlene doğru geç saatlerde uyanmasını, saat iki gibi evden apar topar çıkışını görürüm. bu hep böyledir. Bazen ayakkabısının bağcıkları sağa sola savrularak koşar adım gider. Servise yetişmek için. Bir gün olsun; Hikmet'in farklı bir şey yaptığını hatırlamam." Kışla Caddesi'nden şehrin merkezine doğru inen insanlardan bir kısmı, sabah erkenden hastanede olan randevularına yetişmek için otobüs durağına biri

Sevgili Pirmegon

Sevgili Pirmegon; yetenekli, zeki biri olduğum söylenemez. Kişisel birikimim, müktesebatımın ileri bir düzeyde olduğunu ise sanmıyorum. Çok yaratıcı fikirleri olan biri de değilim. Sanatçı ruha sahip olmak gibi bir iddiam yok. Kendime şöyle dönüp baktığımda çok özel biri olmadığımı rahatlıkla söyleye bilirim. Bütün bunlara rağmen kendimi, memleketin her siyasal ve sosyal meselesine burnumu sokmak, sanki çok önemli fikirlere sahipmişim, onları paylaşmalıyım, doğru bulmadığım  her mesele hakkında kanaatimi belirtmeliyim gibi bir psikolojim var. Bütün bunlar, aslında siyasal bagajımla ilgili. Bir etken beni, hep buralarda sanki çok önemli biriymişim gibi programlamış. Çevrede pek çok böyle insan görüyorum. Bu konular hakında konuşan, fikirlerinin çok önemli olduğuna inanan ve bunları teşhir ederek kendini ortaya atan. Oysa ben ve bu insanların çoğu bir algı yönetiminin, bir projenin parçası olduklarını sanrım hiç düşünmüyorlar. Sorunların çözümlerini bildiklerini düşünüyorlar. Ve bu çözü

Kapı kilidinde takılı duran anahtar

Kapı kilidinde takılı duran anahtarın zinciri, kapı her açıldığında çarparak ses çıkarıyor. Çelikten yapılmış olan ve dışarıdan hırsızların girmesini engellemeyi amaçlayan bir güvenlik yöntemi... Çelik kapı, kent yaşamında güvenlik sorunu yaşayan insanın, ahşap kapılara alternatif olarak geliştirdiği araç. Çelik kasaların, kapılara uyarlanmış hali.... Evlerin, -tüketim-refah toplumunda- varlıklarını sergilemenin, kasa haline gelmesinin sonucu... Eskiden evler eşyalarla birlik te yaşam alanıydı ve belki hırsızların soymak isteyecekleri tek bir oda vardı; mutfak. Şimdi ise hırsızlar için imkanlar devasa... Mülkiyetin niceliği, hırsızlığın da niteliğini değiştiriyor. Eskinin kervan hırsızları şimdilerde finans dünyasını speküle ediyorlar. Borsada, bankada ip atlıyorlar. Korsanlık, hep bir devlet iktidar dayanışması meselesidir; keşke birileri bu işi detaylıca yazsa da okusak... Mal-mülk korunmayı zorunlu kılıyor. Korunma ihtiyacı da kapıların imkanlarını, teknolojilerini değiştiriyor. E

Uzaylıysan pasaporta hadi ihtiyaç yok. ama dünyalıysa!

Uzun yazıları okumam asla. Okuyamıyorum... Uzun yazmayı da terk edeli çok oldu ama aha bunu yazayım dedim...  Geçen cahillerle yaptığım bir muhabbette bilim, din, felsefe, fantazya, gibi meseleleri özetleyen bir konuşma yaptım. özetle şöyle anlattıydım -Şimdi size sorsam 1+1 kaç eder? 2 eder. 5-3 eşittir 2 dersiniz. rakamları çarpar, böler toplarsınız vs... he işte buna düz mantık deriz. yani veriler bir araya getirilir ve sonuç bulunur... Bir şey daha sorsam; yumurtanın rengi nedir? Cevap hazırdır; "beyaz" Güneş nereden doğar? "doğudan" he işte bütün bunları matematikte olduğu gibi eğitim dediğimiz şeyin sonucuyladır. Bütün soruların cevapları size öğretilmiştir net olarak bilirsiniz, işte bu doğrulara bilim diyoruz. yani cevabını bildiğimiz ne varsa ve bunu veriler ve sonuçlarıyla izah edebiliyorsak bilim yapmış oluyoruz. Bir soru daha sorsam; "Anneniz ne olur? -Neyiniz olur diye sormuyorum dikkat buyrun!- " diye. İşte, annem, babamın eşi, dedemin kı

Rahmetli Pisagor abimiz

Rahmetli Pisagor abimizin, cisimlerin hareket halindeyken ses çıkardığını söylediği tarihten günümüze epeyi uzun bir zaman geçti. Ses çıkaran cisimler gibi bir de ses çıkaran canlı organizmalar var. Elbette Pisagor abimizin, cisimlerin ses çıkarması meselesini, günümüzde modern fiziğin momentum izahatı kadar uzun uzun formüllerle ele alması beklenemezdi. He bu arada sanırım O, müzik ve ses bağlamında bu aktardığımız cümleyi söyledi. Konuya ek bir parantez açarsak; müziğin insan zekasının gelişimiyle olan ilgisi, genetik dediğimiz ve biyolojinin insan tanımının, onu doğanın bir nesnesi haline getiren analizlerinin, müzik ve genetik gibi bir tartışmaya evrilmesi de gerekir. Neden böyle olmal: Heee... şundan dolayı; "cisimler ve canlı organizmalar da ses çıkarır" dedik ya, Ses çıkarmak nesne olmaktan çıkıp özne olma durumunu da ifade der. Oysa genetik bizi nesne gibi gösterir ve insanın gelişiminin, biyolojik özelliklerinin farklı nesnelerle karşılaştığımızda ürettiği değerler

ömrümün sessizce akışı gibi

merdiven kenarından süzülerek akan su aşağı yukarı çıkar, adımlarla insanlar hiç farketmezler yanlarında taşan o kocaman nehri boğulur oysa karınca, yakalamak için ardından koşan örümcek. suya karışan ayak izleri kalmak ister anılarda akşam alışverişinden düşen domates ezilmişti merdivenden aşağı yuvarlanırken fethiye ablanın karışan deterjan tozlarıyla merdivenci kadının kovasından boşalttığı su üzerinde şalvarı iner basamaklardan; önde akar su ayak izleri süzülür apartman kapısından bahçeye akar sessizce; akar zaman...

işin doğrusunu söylemek gerekirse

doğrusunu söylemek gerekirse; metinler üzerinde çalışırken bir şeye çok dikkat ediyorum. o da metnin muhatabının anlama seviyesini değil, benim o metinde anlatmak istediğim şeyle kendi seviyemi eşitlemeye çalışmak. yazanıyla metin arasındaki seviye eğer birbirine yakın değilse ve yazıcı metinden daha geride ise metnin okuyana ulaşması çok zordur. Metni okuyan o konu hakkında bir bilgiye sahip olmasa dahi okurken kendisini o konuya hakim gibi hissetmelidir. eğer bir metin, okuru için ulaşılamaz gibiyse aslında yazanın, yazdığı mesele hakkında bilgi ve kanaatlerinin sathi; yüzeysel olduğunu gösterir. anlatmak istediğiniz şeyi metinde ne kadar kendi kullandığınız dile, kalıp ve deyimlere yaklaştırırsanız o metin, okuyan için de o kadar anlaşılır ve ulaşılır olacaktır. örneğin; anlatımdaki mazmunu (içeriği) kavramlar, açıklamar, açıklamar, açıklamalar... gibi bir birine bağlı cümleler kurmak yerine tek ve kısa ama bana yakın olmasına dikkat ederek kurarım. yazma sürecimde komplekse kapıla

Okulların durumu muhabbeti...

Bütün bir eğitim sistemi gençlerimizi harcamak, yok etmek üzerine kurulu. 12 yıllık eğitimin ardından gençler ne mesleki, ne akademik ne de toplumsal değerler dediğimiz yeterlilikle mezun olabiliyorlar. Pek çok meslek okulu öğrencisi mezun oldukları bölümleri iş yaşamlarında kullanmayı düşünmüyor. Akademik liseleri bitiren öğrenciler rehberlik yöntemleri ile yanlış okullara yönlendiriliyor. Hiç biri istediği mesleği önceden ne deneyimleme ne de araştırabilme imkanına sahip.  Bu rehberlik servisleri veriyorlar çocuklara gazı. Şu mesleği kazanırsanız şöyle para kazanırsınız, yok şu bölüm çok önemli vs. gibi. Tabi bir de ailelerin çocuklarına verdikleri gaz var...  Hepsi çok para kazanacaklarına inandıkları alanlara yönelmeye çalışıyor. Sürdürecekleri veya sürdürebilecekleri mesleklere değil. Özellikle meslek lisesi öğrencileri mezuniyet sonrası kendi mesleklerini geliştirebilecekleri bölümlere; ön lisans eğitime alınıp daha sonra 4 yıllı tamamlama yöntemiyle nitelikli mühendis insanlar

Türklerin, edebiyat ve sanatta ortaya koydukları beceriksizlik

Türklerin, edebiyat ve sanatta ortaya koydukları beceriksizlik tamamen din ve dil merkezli bir sorundur. Din merkezli olarak Arapça ve edebiyat merkezli olaraksa Farsçanın etkisiyle kurulan egemenlik/iktidar altında oluşan siyasal alan Türkçe'nin edebiyat ve sanat alanında özgün eserler koymasını kısıtlamıştır hatta engellemiştir. Anadolu Aleviliğinin; HacıBektaşi, Yunus, Sultan Abdallar ekolü ile sürdürülen edebiyat, düşünce dünyası ise daha emekle dönemlerinde altın çağlarına gelemeden küfürle, sapıklıkla itham edilerek, Türklerin derinlikli bir felsefe, din, edebiyat dili geliştirme sürecini bıçak gibi kesmiştir. Bugün Türkiye'de insanların halen din ve edebiyat anlayışları, bu iki dilden yapılan tercümeler veya bu iki dilin etkisinde kalmış kelami, teolojik eğitimden geçen insanlar tarafından şekillenmektedir. Edebiyat gelince modernleşmeyle/batılılaşma ile birlikte ingiliz dilinin algı, iletişim, formasyonunun etkisindedir. Velhasılı kelam Türklerin, tarihi olarak bir mil

Hikayecilerin, Romancıların, mekanı

Hikayecilerin, Romancıların, mekanda yükseliş ve iniş (tırmanma ve inme) ifade eden cümleleri çok sık kullanmaları; onların hangi sosyal sınıfa ait olduklarını veya nasıl bir psikolojiye sahip oldukları hakkında bilgiler verir. Örneğin; orta halli bir memur çocuğu olan yazarımızın yolculuklarda kullandığı şehirlerarası otobüse -binme inmesi ile- sıklıkla uçağa -binen inen-, ekonomisi iyi bir aliden gelen yazarımızın olay örgülerinde kullanmaları gibi. Yahut, romanlarında müst akil bahçeli bir evin merdivenlerinden iniş çıkışı resmeden yazarımızla apartman dairesinin merdivenlerini resmeden yazarımız arasında ekonomik gelir farkı görmemizi sağlar. Ben en çok cinsellikle ilgili beceriksiz ifadelere gülerim. Romancılığımızın bittiği, olmadığı yer orasıdır. Ya olabildiğince abartıyla pornografi bir anlatıma yahut mahcup rahip edasıyla hep örtme isteği. Oysa Mevlana; mesnevide, rubailerde ortalığı yıkar edebi olarak. Oradan ilham alan bir romancımız dahi yoktur biliyor musunuz. Yeni yetmel

Kaldırımlar hep rüzgarlı...

Arkadan esen soğuk rüzgar boynuma vuruyor. Sinüzitsen en iyi yaşanılır hallerinden biridir. Şakaklarınıza doğru yükselen bir ağrıyı hissetmeye başlarsın; giderek artan... Kaldırımın daraltılarak yol açılması seni rahatsız etmesin insan önemsizdir bizde. Beledini ödemediğin şeyde hakkın yok. Kim bedelini öder; elbette parası fazla olan. Bedel ödemek sadece parayladır. Sinüzitsen bunu daha iyi anlarsın. Rüzgar, boyuna; boynuna eserken üzerindeki parkenin yakalarını yukarıya doğru kaldırsan da aradan bir yerden girer o rüzgar. Ne olursa olsun rüzgarı engelleyemezsin.  Kaldırımların çukurlarına düşen ayakların, sen ne kadar dikkatli de olsan acıtır canını. biliyorum kaç defa dikkat etmişsindir o çukurlara ayakların düşüp burkulmasın içinmesin diye ama bir şekilde düşer... Araban yoksa kadırımlarda yürürsün. Bedelini ödemeyen kaldırımda yürür. Avrupada ve Amerika'da bizim kadar kaldırım kullanan halk yok. Avrupada ulaşım için en fazla kaldırımları kullanan vatandaş bizdedir. En kötü en