Ana içeriğe atla

Bir memeli türü olarak "insan" ve İblis abimiz

Bir memeli türü olarak "insan" isimlendirmesiyle tanımlanan canlının bu ismi kazanmasının en önemli nedeni birbirine yardım eden canlı olması nedeniyledir. Her ne kadar insanı unutkan olarak tanımlayan ve bununla geliştirdiği ideoloji (Kelam) 'ye geçerlilik kazandırmaya çalışan, klasik katoliklerin tersine insan ünsiyetten gelerek yardımlaşan, dayanışan anlamına gelir / gelmelidir. 'Gelmelidir' diyoruz çünkü insan en nihayetinde sosyal bir varlıktır yani cemaatler veya daha geniş topluluklar olarak yaşarlar. Eğer unutan anlamına geldiğini düşünerek hareket edersek, unutmanın fiili olarak bir karşılığı olmalıdır ki insanın birbirini unutan bir varlık olmadığı yani insanı unutan bir varlık tanımlayamayız. Unutmak isan için temel bir kavram olarak kullanılamaz, unutmakla tanımlanamaz. Bu kurgulanmış ideoloji (Kelam)'nin kullandığı bununla "hidayetçi" bir din anlatısı ve anlayışının oluşmasını sağlamak amaçlıdır. "hidayet" kelami (ideolojik) bir kavram ve tanımdır. Bunu belki bir gün yazarım.

İnsanın ilk atası olan Adem'in ve İblis kısasının anlattığı veya anlatmak istediği temel yaklaşımda budur. Yani insanın insana yardım etmesi dayanışmasıdır. Ayrıştırmamaktır, bir arada yardımlaşarak yaşamasıdır. İblis'in Adem'e secde etmesinin istenmesinin temel nedeni; yardım etmenin, bir arada yaşamanın tezahürü/somut olarak gösterilmesidir. Secde eden insanlığın hizmetinde olduğunu beyan ederek secde edilen de bu hizmetin şahidi olarak temsil edilir. Ama ve fakat rahmetli İblis abimiz, (ciddi yazmaktan sıkıldım biraz masal diliyle anlatalım) meseleyi böyle değil kelamın (ideolojinin) kapsamına taşıyarak ben ateştenim o topraktan diyerek bölmeyi, kategorize etmeyi tercih etmiştir. Siyasal, ideolojik (Kelami) olarak yaptığı davranış doğrudur. Zira bir insan diğer bir insana neden seçte etsin ve ona itaat etsin. Çünkü secde Tanrıya edilir. İşte iblis abimiz burada bir şeyi karıştırdı; evet Tanrının huzurunda Adem'e secde itaat değil yardımlaşmanın bir alameti idi. Oysa o bunu ideolojik (kelami) bir zemine taşıdı. Oysa yardımlaşma, bir arada yaşamayı teşvikini meleklerin secde etmesinin bağlamından anlarız. Yani melekler uluhiyet için değil, insana yardım ve destek olacaklarını beyan etmek için secde ettiler. Zaten Tanrının kızgınlığı şunun içindi; gidin yardımlaşma ve bir arada yaşama emrini yeryüzünde yaşayarak, tecrübe ederek öğrenin içindi.
Yoksa rahmetli iblis abimiz insana şunu hatırlatmıştır; insan insana secde edemez. Secde sadece Tanrıyadır. Bu zaten onun insanlığa öğrettiği; zorbalığa, tanrı adına kendisine itaat ve secde edilmesini isteyenlere baş kaldırılması gereğinin örneğini ademe secde etmemekle göstermesidir. Bu itiraz Tanrı tarafından kabul edilmiş ama onun ayrımcılığı, insan arasına ikiliği sokması nedeniyle kovulmasıyla suçlanmasına neden olmuştur. Böylece insanın iyiliği, bir arada yaşaması, yardımlaşması, dayanışması hakikatine ideolojik (kelami) bir tartışma sokarak ifsat olmasına neden olmuştur....
Sonuç olarak şunu söyleyeyim; dinin ideolojik (kelami) zemini oluşturan İblis abimizdir. Yani siyasal alanın oluşması ve iktidar tanımını insanlığa kazandıran o olmuştur. Rahmetli Adem abimiz ise insanın bir arada bir birine yarım ederek yaşaması gerektiğini insan kavramının bunu içerdiğini insanlığa hatırlatmıştır. Böylece şunu anlıyoruz; Ademin çocukları iyiliği ve bir arada yaşamayı, İblis'in çocukları siyasal ayrışmayı, kelami ve ideolojik din anlatısını geliştirmişlerdi...

Allah ikisine rahmet etsin. Ne diyelim...
Ayetleri ve hadisleri dikkatle okursanız bu anlattıklarımı bulursunuz. Tabi kelami ve ideolojik , mezhebi mealler, tefsirler okursanız bilindik masalları bana itiraz diye yazarsınız...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara