Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kuru fasulyeyi ve para aklamayı çok severdi

Evin arka tarafından gelen sesi anlamak için merdivenleri inerken ayağı takılıp yan üstü düşeceği sırada trabzana tutunarak  ayakta kaldı. Düşme korkusu, telaş, kaygı, anlık artan nabzı... "Rahatım, bir şey yok, düşmedim, tamam..." diyerek durdu. Zihninde Sezen Aksu'nun bir parçasını ısılığıyla çaldığını hayal ederek rahatlamaya çalıştı. Panik zamanları bu işe yarıyordu... -Sezen Aksu'nun parçası mı neydi?  -Bilmiyorum, hikayeye renk katmak için uydurdum. Bak, bu metne yazarın girip çıkması, müdahalesini de yine renk katmak için yaptım. 1950'li yıllarda yaşasaydım acaba Muhsin'in zihnine hangi şarkıcının melodilerini yüklerdim. 50'li yılların en popüler sanatçısının kim olduğunu öğrenmek için bir googleye bakmam lazım az biraz bekle!  Hee, bu arada merdivenlerden az kalsın düşecek olan kişi Muhsin'di.   Tamam baktım ve 50'lili yılların en popüler sanatçılarından birinin caz müziğin deha çocuğu olan  Louis Armostrong olduğunu öğrendim.  Louis Armost

DOGMAN bir eziğin filmini izledim

Dün veya ondan önceki gün olması lazım TRT2'de "Dogman" isimli İtalyan yapımı bir film izledim. Filmin hiç ilginç olmayan bir konusu var aslında. Sıradan hayatların, sıradan insanların, sıradan sorunlarının olduğu bir film.  Filmin merkezinde olan ve onu farklı kılan tek şey bir ezikle zorbanın arkadaşlığı... Sanırım sinemada en zor şey sıradan hayatların aktarılmasıdır. Çünkü sıradan olan her zaman bilinmeyenlerle doludur.  Bir macera veya bilimkurgu, korku filmleri iyi bir senaryoda neden sonuç ilişikleri doğru kurgulanırsa her zaman güzel sonuçlar verirler. Seyirci için doyurucu bir film haline dönüşürler.  Ama sıradan hayatlar çok karmaşık ve beklenilenin ne olduğu bilinmeyen filmlerdir. Beklenmeyenin ne olduğu filmin detaylarında işlenmelidir ve etkileyici olmalıdır. Ve eğer bu ne olacağı bilinmeyenler seyirci tarafından da bir neden sonuç ilişkisine doğru yerleştirilirlerse etkili olurlar.  Demek istediğim basit filmler aslında hayatın bilinmezleri üzerine kurgulanı

Bugün bi kek mi yapsak

Saat 11 yapacak bir şeyim yok. Kendime meşgaleler arıyorum. Birkaç sayfa yazı üretmek istiyorum ama zihnim benim kontrol edemediğim kadar yoğun ve yorgun. Hep çözemediğim kaygılarımla dolu. O kadar aceleci  bir baskı altındayım ki bütün herşeye telâşla bakıyorum ve herşeyi bir telaşla çözmeye uğraşıyorum. Dışarıdan bakılınca çok sakinim. Hiç derdim sıkıntım yokmuş gibi.  Bu aralar her sabah kek yapıyorum. Kek bağımlısı oldum. Hatta şu yazıyı yazarken dahi kafamın içinde kek yapma resektörlerim çalışıyor.  Bu süreçte çok ilginç kek yapma yöntemleri, tarifleri geliştirdim. Kek yapmak bana pizza, börek gibi ürünleri de yapmak için harika yol ve yöntemler geliştirmemi sağladı. 15 dakikada birbirinden farklı börekler yapabiliyorum. Böylece pekçok yemek ve pasta tarifinin çok abartılı hatta gereksiz tarifler içerdiğini öğrenmiş oldum.  Sabahattin Ali'nin "Değirmen"ini okıyacaktım ama kitaplıkta Edip Cansever'in bana baktığını gördüm kitap kapağındaki fotoğrafından. Fakat el

Bi çay ver de içek

Akşam olur, hatta belki gece olur. Ortalık sabaha doğru aydınlanır... Ben uykumdan uyanırım.  Ya da belki uyanmam beş gün uyurum. Keşke. İnsan keşke demeye başladığında hep mutsuzmuş gibi kabul edilse de her zaman bu böyle midir sorusunu sormak gerekir.  "Keşke" evet, bir özlemi çağrıştırır kaçırılmış olanı, beklentilerin gerçekleşmeyişini vs.  ama bazen mutluluğu da hatırlatır; "Keşke hep çocuk kalsaydık"  çocuksu mutluluğu hatırlatır hatta belki şimdiki mutluluğun da ifadesidir; mutluluk, eskiden kalan mutluluğu davet eder, hatırlatır... İnsan doğanın parçası olamayacak kadar akıllı bir canlı. Doğada yok edebilme gücüne sahip olan tek varlık. Bilimsel çalışmalarla geliştirdiği teknoloji, yaşadığı şu gezegeni yok edebilecek düzeyde. Hatta birgün bütün evreni dahi yok edebilecek teknolojiye sahip olabilir ve sanırım olacakta. Yok edebilme gücü tanrısal bir güç. Her ne kadar sanki Tanrı hep var edebilir/yaratan olarak ezberletilse de insanlara oysa tanrı aynı zamanda

Fikrikadim artık yayında değil

Söylenecek sözü uzatmamalı... Evet belki gerektiğinde söz de uzamalı ama sanırım bu yazıda değil. 6 senedir yayında tuttuğum fikrikadim.com internet sitesini yayından aldım. Aslında uzun zamandır bunu düşünüyordum ama hep verdiğim emek, başka arkadaşların maddi manevi katkıları, yazıları, az sayılmayacak oranda okur, takipçi vs. bunu yapmam konusunda hep bana engel oldu. Ama artık yoruldum. Hem de bu siteyle uğraşarak yapmam gereken ya da yapma imkanım olabilecek işlerden beni alı koyduğunu düşünüyorum.  Bu açıklamayı yapmamın bir önemi olmadığını site kapandığında da okurların bir müddet sonra siteyi sessizce takip etmeyi bırakacaklarını ve hatta  çoğunluğun sitenin kapandığının farkında dahi olmayacağını da tahmin ediyorum. Ama işte ne kadar da olsa kendime, bu siteye emeği olanlara şu kısa acıklamayı yazmam gerektiğini düşündüm. Belki bu da gereksiz... Neyse...  Artık sadece kendi yazılarıma, yazmaya çalıştığım ve bir türlü bitiremediğim romanıma ve belki başka imkanlar çıkarsa onla

Ne kadar kelle o kadar fazla data paylaşımı. Çin, Hindistan hattı buna en uygun yer.

Ne kadar kelle o kadar fazla data paylaşımı. Çin, Hindistan hattı buna en uygun yer. Hiç kimse Amerikan toplumunun neden bu kadar siyasallaştığını konuşmuyor. Neden Trump siyasette bu kadar önemli bir figür haline geldi. Neden beyaz Amerikalılar Trumpçı oldu. Neden Demokratları vatan hani olarak görüyorlar. Bu yaklaşık olarak 30 yıldır süren ve aslında kronikleşmiş sorunların Amerikan siyasal hayatına yansımasının bir sonucu. Kavga yeni görünür olmaya başladı. Globalizm olarak tanımlanan; tek devlet, tek toplum, tek din, tek para gibi dönüşümlerin demokrasi özgürlük propagandasıyla geçirlemeye çalışılan kavganın dramatik durumlarından biri. Çin tek devlet yayılmacılığının merkezi seçilmiş durumdu. Ve bunu Amerikan demokratlar küreselleşme teorisiyle destekliyorlar. Çünkü Globalleşmek için dünyanın en yoğun nüfuslu toplumunu merkeze alarak gitmek istiyorlar. Çin büyük bir proje ve bu Proje Globalleşmenin merkezi olarak seçilmiş durumdu. Modernizmin sanayi devriminin "Avrupalılık&

Cumhuriyet ve Türklük

  Cumhuriyet ve Türklük Batı rönesansı dediğimiz şey yeni dünyanın keşfi ile başlayan milletleşme süreci ve bu süreçte yeni efsaneler, doğrular, gerçekler olarak sunulmanın kendisiydi. Rönesans Avrupası kendisi için iki temel dayanak üretti biri Yunan biri de Roma. Bütün felsefi materyalleri, düşünselliği Yunan'a izafe ederken hukuku, devleti romaya izafe ettiler. Kimse bu üretilmiş bilim ilim düşünce yutturmacasının tarihi gerçekliğini soruşturmadı. Modern Dünya, İsa, Musa, Nuh yaşamamıştır bunlar efsanedir, hurafedir derken Taleslerin, Aristoların, Eflatun, Pisagorların yaşadığını kabul ettirdi. Bunlar büyük bilim adamları insanlık düşüncesinin kaleleri olarak ezberletildi. Roma ilk ve tek devlet, hukuk kurucusu vs idi. Bunlar için kaynaklar, materyaller üretildi. Kimse "ulan madem Musa, İsa yaşmadı biz Aristonun vs'nin yaşadığını nereden biliyoruz. diye sormadı. Halen kimse bunları sormuyor sordurulmuyor... Çünkü o kadar üretilmiş ve artık gerçekmiş gibi tabulaştırılm

Logaritmanın içine gömülmüş muhalefet etmenin seviyesindeki seviyesizlik?

Dünyanın yeni nesil iletişim ve algı oluşturma merkezi haline gelen internet medyacığılı ve bu medya ile oluşturulan yeni bir nesil var. Bu nesil bizim gibi ekran önü ve yazılı medya ile nesnelleştirilerek propagandaya maruz kalan değil, etkileşimle her fikrini, her düşüncesini paylaşarak, bu düşünce ve fikrin gerçekten doğru ve işe yaradığına inandırılan bir nesil. Politik ve siyasal her meselenin belli bir algoritma üzerinden şekillendiği ve bu algoritmaların, neyi nasıl öne çıkarılacağı biçiminde düzenmesiyle oluşan algıların, "Ben böyle düşünüyorum. Doğru düşünce bu" biçimine evrilmesi ile devam eden bir süreç bu. Aynı bizim neslin, belli propagandalara maruz kalarak  bunları doğru fikir ve düşünce sanarak siyaset ve politika yapması gibi. Daha somut bir örnek vereyim. Kendini muhalif, iktidara düşman olarak konumlandırmış bir gencin; iktidarın maskeyi stoklayarak, geçen zaman içerisinde karaborsacılıkla büyük paralar götürceğine inanıyor olması bana çok ilginç gelmişt

gülüm bizi kopardılar sizi koparmasınlar...

Son 5-10 yıldır gençlere okumaları için tavsiye ettiğim kitaplar arasında Rahmetli S. Hawking abinin "Zamanın Kısa Tarihi" isimli kitabı var. Kendi gözlemlerini, popüler dille aktardığı güzel bir kitap. İnsanlara bilimin kapılarını açmalarına yardımcı olacak bir çalışma. Elbette fizikle ilgili çok daha bilimsel kitaplar var ama onlar, üzerlerinde yoğunlaşarak okunması gereken kitaplar. Ama bu kitap güzel ideal birşey. Bilimin, popüler bir dille aktarılması çocuklar, gençler için önemli. Onları ancak böyle bilim ve ilme yönlendirebiliriz. Bizim çocukluğumuzda dinin popülerleştirilmesi vardı. Özellikle 80-90 arası... Din filmleri, din haberleri vs. Hemen hemen her gün muhafazakar sağ basında; "yok şu aktirist müslüman oldu. yok şurada Allah yazısı çıktı. yok bilmem Ay'da ezan sesini işitti. Karıncıların mucizesi. Kelebeklerin kanadı zart zurt.. Çağrı filminin 2-3 versiyonu çekildi vs." Toplumları, gelecek nesilleri yönlendirmenin en etkili aracı öğrenilmesin
Bu ülkede, politize olmadan, siyaset yapmadan her herhangi bir şeyi söylemek her zaman suç olmuştur. Eğer siyaset yapmıyorsanız; sadece bir düşüncenizi söylemek için fikir beyan ediyorsanız linç edilirsiniz.. Mesela bir örnek vereyim; Bazen anlatırım; sanayi toplumunun erkeği ve kadını az üreyen, çok çalışan insan tipolojisidir. Bu nedenle çok eşlilik yasaklanmıştır. Zira çok eşlilik, erkeği ve kadını cinsel olarak daha üretken kılar. Kadınlar hemcinsleriyle rekabet halindedir. Erkekse daha aktif ve üretken olur. Diğer memelilerde de böyledir. İnsan da bir memelidir sonuçta... Şimdi az üremeyi çok çalımayı sağlamanın yolu çok eşliliği engellemekten geçer. Bunu da hukuki düzenlemeyle sağlamışlardır. falan falan vs diye böyle uzun uzun anlatırım. Çok detaylı şekilde. Hemmen; yok efendim sen çok eşliliği mi savunuyorsun. Yok sen cinsel sapık mısın zart zurt.. Ben de ne yapıyorum. Böyle meselelere artık girmiyorum. İmamınoğluna sarıyorum yahut başka birine.. Ne de olsa bunun tara

Hayatta ne yapmalıyız neden yaşarız...

Düşünceyle, felsefeyle az çok ilgilenen birinin en başta ezbere söylediği; insanın hayata neden geldiğini sorguladığına dair bir söylem vardır. Güya insan ben neden varım, neden yaşıyorum sorusunu soran bir canlıdır. Peki insan gerçekten böyle bir canlı mı? Ben neden varım, neden yaşıyorum gibi soruları soran bir canlı mı? EE tabi şimdi bunları yazdığımıza göre soruyoruz ki bu cümleleri bu metne yazdık diye düşünülmesi de gereklidir. Öylese benim sorum aptalca olmalıdır. Şöyle bir düşünelim çevremizde uzun yılar yaşamış köyde bayırlarda dolaşmış, herhangi bir okul görmemiş, herhangi bir dini veya felsefi telkine maruz kalmamış biri bu soruyu soracak mıdır. Bu aynı kimi din teologlarının insanın, aklıyla tanrıyı bulabileceği savı hatta dogması gibidir. Yani insan, ben neden varım? Neden yaşıyorum? gibi sorular soracağı savını savunmakla bir teoloğun tanrıyı aklıyla insan bulur savı eşittir. Yani sav/önerme olarak eşittir? Peki bunu daha genç yaşta okullarda ezberletilen insanl

İnsan kültür üreten tek canlıdır(?)

Şimdi sen sadece "insan kültür üreten tek canlıdır" ve insanı sadece kültür üreten bir canlı olarak tanımlarsan, başka canlıların kültürü yoktur dersen; sosyolojinin "insan kültürel bir canlıdır" yaklaşımını alır dine bindirmiş olursun ve dinin insanı nasıl anlattığını anlamaktan çok sosyolojik kavrama hapsetmiş olursun. Yoksa dinin herhangi bir metninde insan kültür üreten bir canlıdır demez. Nasıl ki "İnsan memeli bir canlıdır" dememesi gibi. insan kültür üreten bir canlıd ır demek veya "İnsan memeli bir canlıdır" demekte insanı tanımlamaktır. Mantık dediğimiz şey işte bu iki şeyi birleştirmemizi ve ayrıştırmamızı sağlar. Şimdi sen illahim insan kültür üreten tek varlıktır diye tutturursan; düz mantıkla dinin insan tanımımı bu hale sokup başka şeyleri yok ediyorsun demektir Hele felsefe yapıyorsan asla böyle bir şeyi tutturmazsın. Tutturursan sadece düz mantık uyguluyorsun demektir. Şöyle anlayım; okulda 2X2=4 eder öğretilen öğrenci ilk def

Hayat sadece insana mı mahsus ki ona anlam katalım

Yaşamak mı yoksa hayata bir şeyler katmak mı önemli. Her birimize ezberden öğretlen şey insanın hayata birşey katması gerektiği. Düşünelim insan hayata ne katabilir.  İnsanın hayata katabileceği ne gibi yetenekleri vardır. Tamam... İnsan da hayatın bir parçası olarak onu tamamlayan özelliği ile hayata bir anlam katmaktadır ama eğer insan olmasa hayat varlığını sürdüremez mi? Oysa biz biliyoruz ki hayat insan olmadan önce de vardı.  Eğer insandan önce de hayat vardıysa gayet yerinde bir anlam zenginliğine de sahipti. Belki de insan hayata zenginlik katmaktan daha ziyade hayatın kendisine kattığı zenginlikleri arayıp bulmanın peşine olmalı. Zaten insanın öğrenme çabası da hayatın içinde var olan akışı ve o akışın etkisiyle ortaya çıkan "şeyleri" anlama çabası değil midir.  İnsan öğrendikçe anlama ulaşıyor. Öğrenmenin yolu ise sanırım hayatın içinde ar olan anlamı bulma çabası. Bırakılım da hayat bize anlam katsın. Milyon yıldır süren bu hayat karşısında bilemediniz 100 yıll

Yok olmazsa yakacağım bu İstanbul'u

Bazı zaman sadece kurduğum aha şu kişisel blogumla uğraşıp yazılarımı, günlük paylaşımlarımı buradan yayınlıyayım düşüncesi oluşuyor. Çok daha temiz ve çok daha masrafsız bir iş. Nasıl olsa google benim adıma yazılarımı, arama motorlarına indeksliyor, yayına hazırlıyor. Yapmam gereken tek şey yazmak. Google bana öyle diyor. Eğer bunu düzenli şekilde yaparsam; yazdıklarımı daha fazla kitlelere ulaştıracağına dair umut veren haberler gönderiyor.  Hem de çok okunursam -olur ya- böylece para da kazanabileceğimi de söylüyor.  Ana vatanım Amerika'da özellikle bu blog yazarlığından gerçekten ciddi paralar kazanan insanlar var.  Özellikle spesifik konularda yazılar yazan, videolar hazırlayıp paylaşan insanlar... Sanırım benim en büyük sorunum yazma işini belli bir alana yönlendiremeyişim; hep bir denemeci pozisyonunda kalmam. Oysa burada roman dahi yazıp yayınlayabilirim. Ne kadar çok okunursa o kadar çok para. Belki 7 milyon dolarımı buradan kazanabilir ve istediğim o dünya tatilini gerç

“Babamın çeketi” Ben ne yapmadımsa senin için yapmadım ulan!

Dün akşam, “Babamın Ceketi” adlı filmi izledim. Yönetmenliğini Müfit Can Saçıntı yapmış. 2018 yılı yapımı. Müfit Can Saçıntı, filmde baba rolünü oynuyor. Oğlunu en iyi şekilde yetiştirdiğin düşünen bir babanın; piyasa ekonomisini düşünmeden ne gibi yanlışlar yaptığını anlatması gerekirken; filmin sonunda babanın savunduğu erdem, ahlakın gerçeğini anlayan bir evladın kazanımıyla bitirdiği film. Evet filmdeki baba, evladına; soymaması, çalmaması, adam kayırmaması, her zaman başkalarını düşünmesi, vefayı, erdemi, ahlakı öğreten bir karakter çizer. Ama çocuk yine de piyasanın kurbanı olur. Babasının sözün uyarak; zamanında yapması gerekenleri yapmadığı için treni kaçırdığından piyasaya ayak uyduramaz ve treni kaçırır. Eee tabi kaçırdığı treni yakalaması gerekir zira, sevlisinin babası para kazanamayan damata kız yok der. O da bunun yolunu bulduğunu düşünür ve banka soymaya kalkışır… İzleyin derim. Unuttuğunuz değerleri sinemada hatırlatır olsun onları hatırlatmakta piyasa ekonomi