Ana içeriğe atla

Cumhuriyet ve Türklük

 Cumhuriyet ve Türklük

Batı rönesansı dediğimiz şey yeni dünyanın keşfi ile başlayan milletleşme süreci ve bu süreçte yeni efsaneler, doğrular, gerçekler olarak sunulmanın kendisiydi. Rönesans Avrupası kendisi için iki temel dayanak üretti biri Yunan biri de Roma. Bütün felsefi materyalleri, düşünselliği Yunan'a izafe ederken hukuku, devleti romaya izafe ettiler. Kimse bu üretilmiş bilim ilim düşünce yutturmacasının tarihi gerçekliğini soruşturmadı. Modern Dünya, İsa, Musa, Nuh yaşamamıştır bunlar efsanedir, hurafedir derken Taleslerin, Aristoların, Eflatun, Pisagorların yaşadığını kabul ettirdi. Bunlar büyük bilim adamları insanlık düşüncesinin kaleleri olarak ezberletildi. Roma ilk ve tek devlet, hukuk kurucusu vs idi. Bunlar için kaynaklar, materyaller üretildi. Kimse "ulan madem Musa, İsa yaşmadı biz Aristonun vs'nin yaşadığını nereden biliyoruz. diye sormadı. Halen kimse bunları sormuyor sordurulmuyor... Çünkü o kadar üretilmiş ve artık gerçekmiş gibi tabulaştırılmış, materyallerle var ki kimse sormaya dahi cesaret edemiyor.

Adamlar bir Avrupa tarihi ve medeniyeti ürettiler. Avrupa milleti ürettiler. Almanların, İngilizlerin, Fransızların yarısını doğraya doğraya bir Avrupalılık tasavvuru çıktı. Buna karşı çıkanlar ya öldürüldü ya delilikle, cehaletle suçlandı. Fransız, Alman, İngiliz bir Avrupalılığa inandı. Öldürüle öldürüle inandırıldı. Bu tam olarak 300 yılda gerçekleşti.
İşte sevgili Gazi Paşa'da bu durumu Osmanlının yıkılmasının ardından dağılan müslüman coğrafya yok olan bağlılık vs gibi nedenlerle yeni bir millet ortaya çıkarmak gerektiğine inandı. Bu millet Avrupalı olamazdı zaten Avrupa bunu kabul etmezdi. Arap olamazdı ne çektiyse onlardan dolayı çekmişti. Ne olmalıydı.

Avrupanın düşmanlığı, saldırganlığı zaten üzerine binmiş bu millet olsa olsa Türk olurdu. Zaten Türk'dü. Yunanla ilk savaştığı Romaya karşı direndiği tarihten beri... Barbar Hun, Moğol değil miydi bu millet. Oysa bu topraklar İnsanlığın ilk medeniyetleri olarak kabul edilen Sümerin, Hititlerin toprağıydı. Ve bunlar Türklüğün medeniyet kaynağıydı. Çünkü Türklük anadoluda idi ve bunlar anadolu demekti. Gazi Paşa aynı Avrupa rönesansının yaptığını bu topraklarda yapak istedi. Yeni bir medeniyet için yen bir dayanak. Yeni bir yükseliş.
Ama bu topraklardaki avrupa hayrını, gönüllü devşirmeler, bunu engelledi. Türklüğü aynı batının barbarlığı gibi tanımladı. Batı ne diyordu; "Türk askerdir, savaşçıdır". Bu Batılı hayranlar, Türklüğü böyle tanımladılar. Türk askerdir. Bu batının bize yutturduğu en büyük kazıktı. Asker demek bizi övmüyor sadece savaşan barbar bir millet olarak tanımlamanın kisvesi giydiriyorlardı..
Oysa Türklük tarih olarak alçak, yağmacı Romanın karşına çıkmaktı. Türklük, Sümer de yazıyı bulmak medeniyeti taşımaktı. Ama hayır bizdeki batıcılar, Avrupanın gönüllü misyonerleri Sümeri, Hittileri Türk değil, İngiliz Fransız yaptılar. Sümerler, Hittiler bizim değil onların atası oldu. Buna toplumu inandırdılar. Bize kalan tekrar Arap olmaktı. Yobaz dinci olmaktı. İngilizlerin yobaz islamcısı olmaktı!!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından; ...

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze...

Bu yazıyı okuma becerisini gösteren canlı türünün her birine insan diyoruz

  Bu yazıyı okuma becerisini gösteren canlı türünün her birine insan diyoruz. İnsan, öğrenmek ve öğrendiğini kendisinden sonraki nesillere konuşarak, yazarak aktarma becerisine sahip tek canlı. İnsan sadece öğrenen değil gelişim (terakki) gösteren bir canlı. Her dönemde, yaşamının her vaktinde bir terakki içinde. Bu terakki olumlu veya olumsuz olsun farketmez. İyi ve doğruya yönelimi de mümkün, kötüye ve yanlışa da... başka hiç bir canlı böyle bir değişim ve dönüşüm sergileyemiyor. Fakat bütün bunlara rağmen insan kendinden memnun olmayan kendi varlığını, varoluşunu bir türlü hazmedemeyen tek varlık. Evren içerisinde kendi türüne, kendi türünün yapıp ettiklerine tahammül edemeyen tek canlı. Vahşetin her türlüsünü kendi türüne karşı gerçekleştirmiş bir varlık. İnanılmaz bir vahşet tarihine sahiptir insan. Sanırım bunun tek nedeni kendi varoluşundan memnun olmayışı... Pazarcık depreminin üzerinden onsekiz gün geçti. O kadar çok şey konuşuldu o kadar çok şey yazıldı; sanırım konuşulma...