Ana içeriğe atla

İlluminet; aydınlanma, hidayet insan

Aydınlanma tabiri insan psikolojisine iyi gelen bir cümle. Eski ifadeyle tenevvür. Yani hidayet, basiret, feraset ile bir meseleyi bütün müştemilatı ile fehmetmek; içselleştirmek. Zira aydınlamak bilmekten öte bir anlamı içerir. Her ne kadar bu manada "hidayet" kelimesi de çok katmanlı bir anlamlar dünyasına sahip olsa da. Amma velakin teoloji olarak isimlendirdiğimiz şey, onu sadece metafizik bir dünyaya hapsetmiştir zart zurt... Neyse şu hidayet mevzusunu geçelim.

İnsan bilebilir fakat aydınlanamaz. Bir bakıma da hidayete ulaşamaz. Farsiler buna روشنگری diyorlar. Karanlıktan aydınlığa çıkmak. Rahmetli Mevlana abimiz bu kelimeyi -yanlış hatırlıyor olabilirim- mesnevide şöyle kullanıyordu "روز و شب کردار او روشنگری" Karanlık veya aydınlık farketmez seni aydınlatır babından bir beyttir. Tabi bu kelimeyle ilgili Latincede ne dendiğini söylemezsem derin entelektüelliğimi göstermez olurum; onlar aydınlanma için "illuminet" diyorlar. İngilizcesini yazmayacağım artık onun havası kalmadı. Herkes artık biliyor.

Şimdi demem o ki insan aydınlandıkça tabiattan uzaklaşmıştır. Aydınlandı mağaraya çekildi, sonra köye, sonra şehre, sanayiye, falan falan falan. İnsan aydınlandıkça naifleşir incelir. İnsan inceldikçe aydınlandıkça doğadan uzaklaşır. Doğayı kendinden ayrı görmeye başlar. İnsan ile aydınlanma, hidayet arasında bir bağ var. İnsan inceldikçe insan olur ama varlığı da yok eder. İnsan ne kadar insanlaşır, aydınlanırsa o kadar evreni yok eder. İnsan bu evreni kendi varlığı için insanlaşmak, naifleşmek, aydınlanmak için yok ediyor. Evren yok oldukça insan ortaya çıkıyor. İnsan, inceldikçe Tanrıyı var eder. Tanrı ortaya çıktıkça görünür oldukça evren yok olur..... Tanrıyı var etmek için insan evreni yok ediyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara