Ana içeriğe atla

Yazarlık hakkında

Kimi arkadaşlar yazarlık hakkında bir şeyler soruyorlar bana. Yau abi, yazar olmak için önce birşeyi sevmelisiniz. Ona önem vermelisiniz ve onun için yazmalısınız. İnsan sevdiği için yazar. Yazmayı sevdiği için değil. Dünyanın en anlamsız işlerinden biri yazmaktır. Taki sevdiğin biri/bişe oluncaya kadar. "İlk mağara duvarlarına resim çizenler dahi sevdikleri birilerini etkilemek için çiziyorlardı kanısındayım. Yoksa; "Lan şunları çizelim de bizden bilmem kaç bin yıl sonra 'ooo bak mağarada yaşamışlar adamlar. Bi de ne çizimler yapmışlar" diye söylenilsin için değil. Bu arada hemen belirteyim yazmak için cinsiyet önemli değildir (Erkekler daha iyi yazıyor diyorlar da onun için not düşeyim dedim. Notun notu: Ama valla ben de hep erkekleri iyi yazar olarak gördüm ne yalan söyleyeyim.) önemli olan eğitim. Hemen salak salak eğitim diyince aklınıza okul mektep gelmesin; öyle sanmayın! Biriktirdiğiniz her şey...  


Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim; mağaradaki çizimler diyince aklıma geldi. Bence o çizimleri çoğunluklu kadınlar çizmiş olmalı. Çocuklarını eğlendirmek için. O resimleri çizmek için hem zaman lazım hem de bir amaç... Erkeklerin avcı oldukları düşünüldüğünde ve avlanmanın da uzun zamanlar aldığı bilindiğine göre... Bu konuda acaba çalışma yapanlar var mıdır? Yani oradaki çizgilerin karakteristik özellikleri hakkında falan...

Eğer sevmiyorsanız yazamazsınız. Sevin... Ben mesala uzun zamandır bir şeyleri pek sevmiyorum; yazamıyorum. Gıcık olmuşum anlayacağınız pek çok şeye ve burada birilerini bulup eğleniyoruz işte...

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara