Ana içeriğe atla

Yılbaşı muhasebem....

 Yılbaşı muhasebem....

Efendim, bizim çocukluğumuzda yılbaşını kutlamak bir teşvik idi. Mektepler erkenden dersi bitirir, devlet daireleri yarım gün mesai yapar, alıs verişler yapılır, meyveydi, çerezdi, gazozdu, özel yemekler hazırlamaktı eş dost akraba bir araya gelir tombala oynanır, televizyonda türkü şarkı çalar dansöz saati beklenirdi. Biraz keyfli aileler rakı şarap eşliğinde demlenir geceyi kefyle geçirirlerdi. Milli piyango alamayana iyi gözle bakılmaz ezik görülürdü. Genç olduk o vaktilerde de kutlanırdı. Sadece rahmetli Erbakan abi, "Mekkenin fethi" diye bir gece uydurmuş aman ha selametçi gençler yılbaşı kutlamasın; basalım hamaseti gidip Mekkeyi tekrardan kurtaralım gecesi düzenlemeye başlamıştı. Neyse işte... Zaman geldi geçti, güneş batı doğdu. Ay tutuldu, kuyruklu yıldız kaydı yağmur kaç defa yağdı bilinmez, kar yağdı, kış üzerimize geldi, bahar oldu, yaz geldi, o oldu, bu oldu derken devir değişti şimdilerde yılbaşı kutlanmasın diye her şey renksizleştirildi. Eskiden bir teşvik şimdi de bir engelleme çabası var.

Peki ya ben?

Belediye Başkanı İmamoğlu akbile %30 zam yapınca; otobüse binmeden işe gitmenin yollarını aradım, buldum. Ee böyle olunca tasarruf yapmış olmanın keyfiyle ve içimde kalan son uhdeyle; kapitalin, artık-akbil parasıyla bir çam ağacı aldım. Kahvemi yaptım, incelsin diye biraz süt kattım. Saat 12'yi bekliyorum. Dansöz çıkmaz büyük bir ihtimal ama belki havai fişek atarlar. Büyükşehir atar ona inanıyorum. İçimden İmamoğlu'na dua ediyorum. Böylesine fiyatların kazık olduğu, ezilenin işe gitmek için kırk takla attığı bir dönemde, o akbil zammını yapmasa ben bu tasarrufu yapamaz, çam ağacını alamaz ve yılbaşını kutlayamazdım. Bugün inandım ki herşey güzel olacak sadece daha fazla dişimi sıkıp tasarruf yapmalıyım.

Yorumlar

  1. Destekliyorum
    Kutluyorum
    Bilmiyorum
    Zaten şart değil

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. insanların eğlemeye ihtiyacı var. fırsat buldukça eğlensinler...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara