Ana içeriğe atla

Sezai Karakoç

Sosyal medyada arkadaşlarımın çoğu İslamcı veya muhafazakâr milliyetçi olduğu için dünden beri Sezai Karakoç'la ilgili paylaşımları görüyorum. Karakoç'un vefat yıl dönümü olduğu için. Bir kuşak için Sezai Karakoç demek anti-emperyalist ve Ümmetçi bir anlayış demekti. Özelikle Karakoç abi, Anadolu ve İslâm merkezli bir düşünüş sahibi olarak tasavvuf ve hususen Yunus Emre'yi merkeze alan mistik ve siyasal yönelime sahipti. Her ne kadar günümüz de Yunus sanki sadece bir dervişmiş gibi bir imaj çizilse de Moğol saldırılarından sonra dağılan Anadolu'nun birliğinin inşasında ki en önemli isimdir. (Yau aklıma geldi keşke bunu yazsam. Siyasi bir figür olarak Yunus diye) Yani en nihayetinde Sezai abiyi analiz edersek ona göre Anadolu dağılmıştır ve onu bir araya getirmek gerekiyordu. Ümmetin geleceği için bir prototibi olarak Anadolu birleşmelidir ki diğer İslâm coğrafyasında birleşme olsun. Her ne kadar post-modern dönemde içi boşalmış ve kendi gerçekliğini yitirmiş bir İslam'dan bahsediyorsak da o buna sıkı sıkıya bağlı biri olarak yaşadı. Yau insan 60-70'nden sonra zaten nasıl değişsin. Kendisi istese de kültürel, siyasal, psikolojik binlerce etkiyle bunu ifade edemez ki.
Rahmetli Sezai abi benim içinse lisede aşık olduğum bir abla için 6-7 yıl boyunca mona roza ve bitene daha şiiri vardı adını unuttum okuduğum büyük şairdi. Benim için ideolojik değil bu edebiyat yönü daha kiymetliydi her zaman.
Tâbi bence memleketin en büyük şairi kuşkusuz Orhan Velidir o başka... Fakat Sezai abi, bizim geçmişimizin şairi olarak elbette önemli ve değerli biridir. Aslında ben en çok onu kendisine verilen Cumhurbaşkanlığı ödülünü reddettiğinde çok taktir ettim. Her ne kadar onun talebesi olduğunu ve onun üzerinden reklam yapanların koşarak o ödülü almaları tuhafıma gitse de. Sahi acaba o ne düşünmüştür. Kesin küfretmiştir. En azından ben olsam ederdim.
Sezai abinin Türkçe'yi kullanırken klâsik ve modern dilin kelime ve kavramlarını hiç kasmadan kullandığını görürüz o bu yönüyle cumhuriyetin "Yeni Türkçe" nin gelişiminde etkili olduğu kanaatindeyim. Özellikle İslamcı, koyu dindar ve geleneksel çevrelerin modern Türkçeyi içselleştirmesinde etkili olduğu kanaatindeyim. He tabii Necip Fazıl bu işin öncüsüdür ama Sezai abi de bu işlevi görmüştür. Bu bakımdın Cumhuriyetin en büyük reformu olan yeni dile hizmet etmiştir diyebiliriz. Yeni dil malumunuz sadece bir harf devrimi değildir.Ha babam harf devrimine takanlar var o nedenle bir not da düşeyim...
Neysi işte Sezai abi, hayatı boyunca kendi katı ideolojik ve siyasal duruşunu devam ettirdi. Dediğim gibi bunun pek çok psikolojik, sosyal ve siyasal sebepleri olmalı. Değişmemek çok büyük bir marifet değil. Fakat ve elbette değişmekte bir marifet değil. Elbette ve tabi ki o kendi savunduğu ilkeleri korudu bu önemliydi. Keşke biraz da değişseydi. Belki değişmiştir benim haberim olmadı...
Neyse işte Sezai Karakoç her ideolojik, siyasalveya dini bilinçle şekillenen tarih anlatısında yerini alacak bir efsanevi karaktere dönüşecektir; edebiyatçı kimliğinden daha çok... He bir de unutulup gidenler var. Ben genel de unutulanların ve hatırlanmayanların daha değerli olduğunu düşünürüm. Şimdi kim bilir nerede yeni edebiyat, sanat ve elbette bilimsel çalışma yapıp ve asla adını bilmeyeceğimiz insanlar yaşıyor...
Sezai Abiye Allah rahmet etsin. Biz gençtik ve onun güzel şiirlerini, anadoluya sahip çıkma ve buradan da ümmete sahip çıkma serüvenini öğrendik. Ne kadar faydalı bilemiyorum, ben şahsen artık insana sahip çıkmak gerektiğini düşünen biri olarak...
Anadolu'dan başlayıp bütün coğrafyaya yayılan umudunu çağrıştıran şu dizeleri yazayım da bitireyi yazımı...
Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çagdas Kudüs (Meryem)
Ey şiirini gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara