Ana içeriğe atla

Hayat mı böyle bişe işte...

Daha önceki zamanlarda anlatmıştım bir yerde;

İnsan kendisine güç veren her ilkel davranışı bir şekilde ritüellere dönüştürme, estetize etme çaba ve gayreti içinde. Örneğin karın doyurmak... Yemek, insanı besleyen, güçlendiren bir davranış. Her canlı gibi yiyerek güçleniyor, semiriyor. Bu ilkel, kaba davranışı diğer canlılarda da gördüğü için onlardan ayrışmak için; süslenmiş tabaklar, kaşıklar, masa örtülüleri geliştirmiş zamanla. Dualar, niyazlar... Oysa dediğim gibi tamamen bütün canlılara özgü hayvani bir davranış bu. Ama insan bunu kabullenemiyor. Ya da varlığını güçlendiren, iktidar sağlayan her şeyi soyutlayarak, anlamlar yükleyerek yüceltme çabasında...

Siyaset ve politika da böyle aslında; toplumların geliştirdiği bir araç. Hem de sanıldığından çok kaba bir yapıya sahip. Siyaset ve felsefe teorisyenleri politikayı çok ilkel bir araç olarak görür. Oysa artık günümüzde politika bütün yaşam alanlarını, yaşam biçimlerini domine etmiş durumda. Tabi bunu sermaye dediğimiz ikinci ilkel  araçla yapıyorlar. İnsanı, insan yapan bütün temel kavramlar bu iki mekanizmayı beslemek için çalışıyor. Bilim, sanat, din, ahlak herşey... 

Kendisine bilim, düşünce, din, felsefe adamı diyenler politik alanın ve sermayenin gücünün varlığı için her şeyi araçsallaştırıyorlar. Bütün bunları yaparken her türlü soyutlama ritüellerini geliştiriyorlar. Demokrasi, özgürlük, bilim sanat her türlü vaat ve kavram havada uçuşuyor.

Bunun suçlusu günün sonunda köyde yaşayan Memet, fabrikada çalışan Hasan,  camideki Ali, cemevindeki Tahsin ilan ediliyor. Toplum cahil, kalabalıklar adam olmaz naraları atılarak. Bütün bu insanlar yığın olduğu söylenerek...

Tabi bir de günün sonunda buna piyasa ekonomisi deniyor. Alan memnun satan memnun. Biz kalabalıklara kalan sofradaki kemiklerden atık kılçıklar... Onu da neden bu salgın zamanında otobüslere yığılarak işe gidiyorsunuz haberiyle hakaret etmeye devam ediyorlar. Özel arabasında tek seyahat edene "neden bir kaç kişi alıp işe bırakmıyorsun" diye soran yok. Çünkü o sofraya süslü kaşıkla ve dua ile oturuyorlar. Hayat böyle bişe işte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anlatsana bir kasiyerin başından geçen hikayeleri yiyorsa!

Hep anlatacağım bir masalım vardır. Bir sekilde masallar hikayeler uydurabilirim, hiç durmadan. Siz bilmezsiniz ama ben masallar dinleyerek büyümüş bir çocuktum. İnsanın mahalle mektebinden mezun bir büyükannesi olunca, okuduğu Osmanlıca hikayelerinden inanılmaz kahramanlar kalır aklınızda. Sanmayın bunlar cenk masalları… Hayır, bunlar basbayağı Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi Acem, Arap masalları. Mesala Dede Korkut’tan Tepegöz hikayesini, ben ilk kez büyükannemden dinledim.  O, Latin alfabesi bilmediği içinse mektebe gitmiş; okuma- yazmayı öğrenmiş. Biz torunlarına kitap getirir yahut bir yerlerden eline geçmiş kağıt, takvim yaprakları okuturdu. Demek istediğim o masallar güzeldi…   Ben ilk hikayemi ilkokul üçüncü sınıfta yazdım. En son hikayemi ise geçenlerde bir kağıt üzerine iliştirdim ama şu anda kağıdı bulamıyorum. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, hikaye yazmakta pek iyi olduğum söylenemez. Kurgu sorunlarım var. Sonra karakterlerin birbirinden faklı dünyalarını aktarm

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Aşı etkinliği nedir?

  Aşı etkinliği nedir? Aşı etkinliği, bir klinik araştırmada aşı olan bir grup insanda bir hastalıktaki azalma yüzdesidir. Aşının etkinliğinden farklıdır ve aşının klinik deneyler dışında toplumdaki kişilere verildiğinde ne kadar iyi çalıştığını ölçer. Tüm yeni aşılar, ne kadar iyi çalıştıklarını test etmek için klinik denemelere tabi tutulur. Bir aşı adayının geliştiricileri, klinik araştırma çalışma protokollerinde genellikle denemelerinin ana hedeflerini belirler. Bu hedeflere birincil uç noktalar denir. Şu anda geliştirilmekte olan birçok deneysel COVID-19 aşısı için birincil son noktalar, yeni semptomatik COVID-19 vakalarını önlemeye odaklanmaktadır. Bilim adamları, bir aşı adayının ne kadar iyi çalıştığını, plasebo alan grup ile deneysel aşıyı alan grup arasındaki yeni hastalık vakalarındaki farka bakarak hesaplayabilirler. Okumaya devam et: Alaycı düşmanlık kardiyovasküler hastalığa yol açabilir Buna aşı etkinliği denir. Örneğin Pfizer / BioNTech, COVID-19 aşısı için% 95'lik