Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bir memeli türü olarak "insan" ve İblis abimiz

Bir memeli türü olarak "insan" isimlendirmesiyle tanımlanan canlının bu ismi kazanmasının en önemli nedeni birbirine yardım eden canlı olması nedeniyledir. Her ne kadar insanı unutkan olarak tanımlayan ve bununla geliştirdiği ideoloji (Kelam) 'ye geçerlilik kazandırmaya çalışan, klasik katoliklerin tersine insan ünsiyetten gelerek yardımlaşan, dayanışan anlamına gelir / gelmelidir. 'Gelmelidir' diyoruz çünkü insan en nihayetinde sosyal bir varlıktır yani cemaatler veya daha geniş topluluklar olarak yaşarlar. Eğer unutan anlamına geldiğini düşünerek hareket edersek, unutmanın fiili olarak bir karşılığı olmalıdır ki insanın birbirini unutan bir varlık olmadığı yani insanı unutan bir varlık tanımlayamayız. Unutmak isan için temel bir kavram olarak kullanılamaz, unutmakla tanımlanamaz. Bu kurgulanmış ideoloji (Kelam)'nin kullandığı bununla "hidayetçi" bir din anlatısı ve anlayışının oluşmasını sağlamak amaçlıdır. "hidayet" kelami (ideolojik) b

Bu yazıyı okuma becerisini gösteren canlı türünün her birine insan diyoruz

  Bu yazıyı okuma becerisini gösteren canlı türünün her birine insan diyoruz. İnsan, öğrenmek ve öğrendiğini kendisinden sonraki nesillere konuşarak, yazarak aktarma becerisine sahip tek canlı. İnsan sadece öğrenen değil gelişim (terakki) gösteren bir canlı. Her dönemde, yaşamının her vaktinde bir terakki içinde. Bu terakki olumlu veya olumsuz olsun farketmez. İyi ve doğruya yönelimi de mümkün, kötüye ve yanlışa da... başka hiç bir canlı böyle bir değişim ve dönüşüm sergileyemiyor. Fakat bütün bunlara rağmen insan kendinden memnun olmayan kendi varlığını, varoluşunu bir türlü hazmedemeyen tek varlık. Evren içerisinde kendi türüne, kendi türünün yapıp ettiklerine tahammül edemeyen tek canlı. Vahşetin her türlüsünü kendi türüne karşı gerçekleştirmiş bir varlık. İnanılmaz bir vahşet tarihine sahiptir insan. Sanırım bunun tek nedeni kendi varoluşundan memnun olmayışı... Pazarcık depreminin üzerinden onsekiz gün geçti. O kadar çok şey konuşuldu o kadar çok şey yazıldı; sanırım konuşulmadık

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara

hayat dediğimiz şey

  hayat dediğimiz şey en nihayetinde bizim için yaşam süremizin içinde görüntülediğimiz şey. Hayat bir görüntü ve bu görüntünün kendisi fiziksel olarak nesneler dünyasının varlığını çevreleyen yönüyle özne. Şim şu hayat varya; bizlerin akli ve verili olarak kabul ettiğimiz; diğer bir tanımla bilimsel düşünce veya tanrı kaynaklı düşüncenin ürettiği kavramlar ve o kavramların çerçevelerini de taşıyan bir görüntüler bütünü. Bu görüntü bizim yaşam süremizin kalitesini de belirliyor. İnsan bütün bu süreci bilim veya tanrısal bilgiyle kendine yaşanır kılmaya çalışıyor. Zihninde anlamlar üretiyor, anlamları kelimelere kelimeleri kavramlara... Şimdi bütün bu anlamlar dünyasında insan için Allah, bütün anlamlardan çok farklı bir şeye tekabül ediyor. Zira insan kendisinin varlığının ve bütün insanlık tarihinin verili bir şey olduğu düşüncesini yaşamıyla sınırlı hayatı, bitmeyen bir zaman sürecine çeviriyor. Böyle insan kendisini hep var ediyor. Bu nedenle Allah kendisine tapılacak, sığınılacak

Mozart'ın Laudate Dominum ( Efendiye Hamd/Övgü)

  Şu paylaştığım ve çalışırken dinlediğim eser Mozart'ın Laudate Dominum ( Efendiye Hamd/Övgü) olarak isimlendirdiği ilahisi. Avrupa müziğinin rönesans çağı olarak bilinen dönemin deha bestecilerinden biridir Mozart abimiz. Batıda Rönesans ve reform budur işte. Şimdi bu İslam coğrafyasında reform dendiğin gerizekalı köy cahili 3-5 ilahiyatçının, siyasallaşmış din tartışmasını veya "osuruk abdest bozmaz, ezan minareden okunmamalı" gibi gündeme getirmek değildir. Bitene aklı başında sanattan, müzikten anlayan dindar bir insan yok. He bir dönem Dede efendiler vs kimi isimler bir şeyler yapmışlar Osmanlı döneminde. Fakat yobazlık onları dahi öldürdü bitirdi bu coğrafyada... Şu eser kilise müziğinin Mozartla birlikte nerelere ulaştığını gösteren bir örnek. Müzikten çok anlamam fakat şu notalardaki ses uyumu ve notaların insan sesiyle buluştuğunda ne kadar derin dünyalara götürdüğünü farkedersiniz...

Sezai Karakoç

Sosyal medyada arkadaşlarımın çoğu İslamcı veya muhafazakâr milliyetçi olduğu için dünden beri Sezai Karakoç'la ilgili paylaşımları görüyorum. Karakoç'un vefat yıl dönümü olduğu için. Bir kuşak için Sezai Karakoç demek anti-emperyalist ve Ümmetçi bir anlayış demekti. Özelikle Karakoç abi, Anadolu ve İslâm merkezli bir düşünüş sahibi olarak tasavvuf ve hususen Yunus Emre'yi merkeze alan mistik ve siyasal yönelime sahipti. Her ne kadar günümüz de Yunus sanki sadece bir dervişmiş gibi bir imaj çizilse de Moğol saldırılarından sonra dağılan Anadolu'nun birliğinin inşasında ki en önemli isimdir. (Yau aklıma geldi keşke bunu yazsam. Siyasi bir figür olarak Yunus diye) Yani en nihayetinde Sezai abiyi analiz edersek ona göre Anadolu dağılmıştır ve onu bir araya getirmek gerekiyordu. Ümmetin geleceği için bir prototibi olarak Anadolu birleşmelidir ki diğer İslâm coğrafyasında birleşme olsun. Her ne kadar post-modern dönemde içi boşalmış ve kendi gerçekliğini yitirmiş bir İslam&#

İslamcıların Anadolu Müslümanlığıyla Kavgası

"Din; Allah katında olan islamdır" ayetiyle şekillenen düşünce dünyamız, ilkel kabilelerin bile birbirlerine karşı geliştirilebildikleri siyasetin ve politik aklın dar alanına mahkum edilmiş durumda. Siyaset bilminin teorik aklının ve pratiğinin yetersizliğini ifade etmek; siyaset ve siyaset felsefesinin tarihi arka planını tartışmak demektir. Ama o zaman konu siyaset felsefesine dönüşmüş olurdu. Yapılmak istenen; modern dönemde dinin kaynaklarını referans alarak bilgi üretmek isteyen aydınının, göremediği ve görmek istemediği tepeden dayatma ile gerçeklemesini temenni ettiği devlet merkezli din yorumunu tartışmaktır. Ben bununla 80'li yılların yetersiz entelektüellerinin, İslam devleti beklentilerini kast etmiyorum. İktidar eliyle gerçekleştirilmesi hayal edileni, dini gerçek anlamına ve akışına çevirme teşebbüslerinden; geleneksel İslamın düşünsel yetersizliği bahanesiyle, yenilikci din bezirganlığından bahsediyorum. Bu yenilikci hareket sadece batıcı reformist bir har