Ana içeriğe atla

Gerçek her saat, her dakika her saniye, her an değişiyor olsa bile

Muhammed Peygamberin, miraç olarak anlatılan hadisesi, inananlar için pek çok manevi anlamı çağrıştırıyor. Ya da miraç hadisesine inanmayanlar içinse sümerde kalma bir mitos ya da Zerdüşt'ün tanrıyla buluşma hikayesinin bir başka araplaştrılmış versiyonu. Bütün bunlar aslında burada insan hakkında konuşmaktan daha ziyade vakanın tarihsel gerçekliği üzere konuşmak olur ki. Gerçeklik üzerine konuşmak ise bizi bambaşka mitoslara götürür.

Miraç ve benzeri hikayelerin en anlamlı yönü sarınım insanın kendi varlığıyla kendi anlam dünyasıyla yüzleşmesi. İnsan neden kendisiyle yüzleşmelidir. Sorunun cevabı yaptıklarının ne kadarının kendisine inandırıcı geldiği ya da yaptığı şeyleri yapmaya değip değmediğini farketmesiyle ilgili. Mesala; Muhammed Peygamber miraca çıktığında tanrıyla yüzleşmesi olayı bir ilk olarak anlatılır. Oysa o zamana kadar kendisinin iddiasına göre pek çok vahiy aldığı biliniyor. Oysa yüzleşme olayı ilk miraçta. Yani tanrıyla konuşmak. Ne yaptığına kendisinin de farkına varması... Sahiden bu işi yapmak istiyor mu? Bu kadar insanla, bu kadar sorunla, insanlığın bitmeyen dertleriyle falan filan uğraşmak istiyor mu... Sanırım işte o gece yaşadığı şey, kendisiyle yüzleşip, yapmak istedi şeyin doğru olduğuna kanaat getirmesi. Hikayede anlatılan olaylar baştan sona okunduğunda onun kendi manevi dünyasına yönelik tam bir tatmin ve eminliğe ulaşmasını anlatır. Yürüyüş, yükseliş, cennet, cehennemi görme, Kendisi gibi peygamber olduğunu iddia ettiği Musa ve başkaların görüp konuşması ve. Yani insan kendisiyle ve yaptıklarıyla yüzleşmelidir. İnsanın samimiyeti burada ortaya çıkar. Yüzleşmek...

Yüzleşmek içinse politik olmamak politik davranmamak gerekir. İnsan ne kadar doğal bir davranış sergilerse o kadar kendisiyle yüzleşir. Evet tabi bazen bu tutumda kimi zaman yanılmasaya hatta belki daha fazla yanılsamaya götürebilir. Ama sonuçta kendinle yüzleşme bütün olan biteni, kendi eksiğini, kendi fazlalıklarını farketmekle sonuçlanır. İstenildiği kadar olmasa da öyle olur. İstenildiği kadar olmayacaktır zira herşey değişip dönüşme halinde. Bir şey bittiğinde aslında başka bir kaç şey de başlamış ya da bir kaç şey de bitmiş olur. O nedenle yüzleştiğiniz de yeni yüzleşmeler veya yüzleşmediğiniz eski şeyler kalmış olabilir.

Yani Miraç insanın bir kendisine yüzleşme imkanını tanıdığı bir hikayedir ve her insanın da kendisiyle yüzleşmesini tavsiye eder. He tanrıyla muhammed peygamber konuşmuş olabilir mi? olamaz mı? bilmiyorum. Belki hiç bir zaman konuşmadı ya da hiç bir zaman peygamber falan da değil di. Ya da hepsi oldu. olan biteni doğrulayacak somut bir veri elimizde yok. Rasyonel akıl ve modern fizik, kuantum ve postyapısalcılık bu olan biteni mümkün görmüyor. Zaten görmesi gerekmez. Tarihi anlatı zaten eşi Aişeye göre olay tamamen uyurken gerçekleşti. Başkalarına göre ise fiziksel olarak. Fiziksel olma ihtimalini aslında daha az olduğunu Muhammed peygamberin "rüyada vahiyin kırkda biridir" diyerek gördüğü rüyalara meşruiyet getirmesinden de anlayabiliriz. Hepsi güzel hoş konu uzun mevzu derin ama asıl mesel insanın kendisiyle yüzleşmesi. Rahmetli İbn Arabi abinin dediği gibi "Bazen ben ona secde ediyorum ediyorum bazen O bana secde ediyor"
Tanrı nerede bilmiyorum... ama insanın kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini, kendi gerçeğini görmesi gerektiğini düşünüyorum. O gerçek her saat, her dakika her saniye, her an değişiyor olsa bile...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara