Ana içeriğe atla

Yahudiler...

 Yahudiler, yani ibraniler, Aramilerle yaşadıklarında dillerini koruya bilmişlerdir. Aramiler de Yahudiler, Araplar gibi bir Sami milletidir. Mesela İsa Aramidir, İbrani değildir. İsa İbranileri inançlarını düzeltme iddiasındadır ve onları yanlışlar. Sonra Araplardan Muhammed Peygamber çıkar yine İbranileri (yahudileri) yalanlar, inançlarını hedef alır. Yahudiler bütün kırallarını tanrının halifesi olarak görürler. Yani kral tanrının ağzıdır. Ama kraldır. Süleyman, Davud, Musa vs... O nedenle kötülük yaparsa yani hak yerlerse, zulmederlerse yahudiliğin kanunlarına aykırı davranırlarsa baş kaldırırlar. onları öldürürler. İsa gelir ve der ki "Bu yahudiler, Tanrının seçip kral yaptıklarını öldürdüler. Oysa Krallar yani Resuller ne yaparsa günahsızdır." Muhammed Peygamber de Yahudileri yalanlar. Yani İsa gibi konuşur. Adamları krallarını öldürdükleri için katil ilan eder.

Oysa tarih, yaşanılan olaylar, onların yani yahudilerin kendi tarihi, öldükleri kendi krallarıdır. Bir millet kendi tarihleri, kendi yaşamları, inançları eleştirilerek yalanlanılarak inkar edilir, sürülür öldürülür. Kimler tarafından aynı soydan gelen diğer sami milletleri olan Arami, Keldani ve sonra Araplar tarafından.
Yahudiler diyor ki "yau kardeşim manyak mısınız? Bunlar bizim krallarımız. Biz Krallarımızı tanrı tarafından seçilmiş olarak görürüz. -Eski milletlerde de böyleydi.- Diğerleri diyor ki; "Hayır siz yalan söylüyorsunuz. Bunlar tanrının seçtiği özel olarak atadığı ve ne yaparsa yapsınlar günahsız insanlardı.
Adamların kendi kralları, kendi devletleri, kendi düzenleri yalanlanıyor. Bu bir Türke senin tarihin yalan veya bir Almana, Fransıza, Kürd'e siz krallarınızı öldürdünüz onlar tanrının seçkin kullarıydı, siz katilisiniz siz zalimsiniz diyip her şeylerini yalanlasa ne olur? Yahudilere bin yıllardır yapılan bu. Adamların tarihini, dinlerini, her şeyinin yalan olduğu iddia ediliyor..... Peki bin yıllardır kimler ırkçılık yapıyor?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara