Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İslamcıların Anadolu Müslümanlığıyla Kavgası

"Din; Allah katında olan islamdır" ayetiyle şekillenen düşünce dünyamız, ilkel kabilelerin bile birbirlerine karşı geliştirilebildikleri siyasetin ve politik aklın dar alanına mahkum edilmiş durumda. Siyaset bilminin teorik aklının ve pratiğinin yetersizliğini ifade etmek; siyaset ve siyaset felsefesinin tarihi arka planını tartışmak demektir. Ama o zaman konu siyaset felsefesine dönüşmüş olurdu. Yapılmak istenen; modern dönemde dinin kaynaklarını referans alarak bilgi üretmek isteyen aydınının, göremediği ve görmek istemediği tepeden dayatma ile gerçeklemesini temenni ettiği devlet merkezli din yorumunu tartışmaktır. Ben bununla 80'li yılların yetersiz entelektüellerinin, İslam devleti beklentilerini kast etmiyorum. İktidar eliyle gerçekleştirilmesi hayal edileni, dini gerçek anlamına ve akışına çevirme teşebbüslerinden; geleneksel İslamın düşünsel yetersizliği bahanesiyle, yenilikci din bezirganlığından bahsediyorum. Bu yenilikci hareket sadece batıcı reformist bir har

Bazen; insan denen memelinin

  Bazen; insan denen memelinin dili ile ağızından çıkan nefesi damağına çarptırarak ortaya çıkardığı sesi ve bu sesin belli bir geometrik devinimle anlamlı kelimelere çevirmesi insan için beyanın ne kadar önemli bir şey olduğunu bana hatırlatır. Bazen bu beyan insanı tanrı adına konuştururken bazen varlık bazen eşya bazen kendisi, bazen bir başkası için konuşur yapar. Bir de bu sesin nağmelerle belli bir melodi içerisinde müzikal olarak işlevselleşmesi ve sanat dediğimiz yapı bozumsal var oluşu ortaya çıkarması bir başka nitelik kazandırır. Demem o ki Feyruz Abla Mardinden çıkarak bir star olmayı hakkettiğinde inanılmaz nağmeleri çıkaran sese sahipti. Yau hele bir de insanlığın ilk medeniyetleri oluşturduğu alanlardan biri olan Beyrut üzerine sesledirdiği bu ağıt, sadece Arapların değil bütün insanlığın arayıp durduğu aşki, merhameti, özleminin ortak haykırışlarından biri haline gelmiştir. https://youtu.be/C-0BAijk97I

İlluminet; aydınlanma, hidayet insan

Aydınlanma tabiri insan psikolojisine iyi gelen bir cümle. Eski ifadeyle tenevvür. Yani hidayet, basiret, feraset ile bir meseleyi bütün müştemilatı ile fehmetmek; içselleştirmek. Zira aydınlamak bilmekten öte bir anlamı içerir. Her ne kadar bu manada "hidayet" kelimesi de çok katmanlı bir anlamlar dünyasına sahip olsa da. Amma velakin teoloji olarak isimlendirdiğimiz şey, onu sadece metafizik bir dünyaya hapsetmiştir zart zurt... Neyse şu hidayet mevzusunu geçelim. İnsan bilebilir fakat aydınlanamaz. Bir bakıma da hidayete ulaşamaz. Farsiler buna روشنگری diyorlar. Karanlıktan aydınlığa çıkmak. Rahmetli Mevlana abimiz bu kelimeyi -yanlış hatırlıyor olabilirim- mesnevide şöyle kullanıyordu "روز و شب کردار او روشنگری" Karanlık veya aydınlık farketmez seni aydınlatır babından bir beyttir. Tabi bu kelimeyle ilgili Latincede ne dendiğini söylemezsem derin entelektüelliğimi göstermez olurum; onlar aydınlanma için "illuminet" diyorlar. İngilizcesini yazmayaca

Yılbaşı muhasebem....

  Yılbaşı muhasebem.... Efendim, bizim çocukluğumuzda yılbaşını kutlamak bir teşvik idi. Mektepler erkenden dersi bitirir, devlet daireleri yarım gün mesai yapar, alıs verişler yapılır, meyveydi, çerezdi, gazozdu, özel yemekler hazırlamaktı eş dost akraba bir araya gelir tombala oynanır, televizyonda türkü şarkı çalar dansöz saati beklenirdi. Biraz keyfli aileler rakı şarap eşliğinde demlenir geceyi kefyle geçirirlerdi. Milli piyango alamayana iyi gözle bakılmaz ezik görülürdü. Genç olduk o vaktilerde de kutlanırdı. Sadece rahmetli Erbakan abi, "Mekkenin fethi" diye bir gece uydurmuş aman ha selametçi gençler yılbaşı kutlamasın; basalım hamaseti gidip Mekkeyi tekrardan kurtaralım gecesi düzenlemeye başlamıştı. Neyse işte... Zaman geldi geçti, güneş batı doğdu. Ay tutuldu, kuyruklu yıldız kaydı yağmur kaç defa yağdı bilinmez, kar yağdı, kış üzerimize geldi, bahar oldu, yaz geldi, o oldu, bu oldu derken devir değişti şimdilerde yılbaşı kutlanmasın diye her şey renksizleştirildi

Ananas benle tanıştığında topaldı

Yaklaşık 11 yıllık arkadaşım Ananas öldü... Benle tanıştığında topaldı sonra kör oldu. Köle pazarında satılırken topal ve uçamadığı için kimse almamış ben de kandırılak satın aldım onu. Ne uçuyor, ne ötüyor ne de bir insanlığı vardı. Elime alsam kekiyordu. Hayatın kendisine yüklediği acıları benden çıkarıyordu. Dünyaya gel, ana kucağı görmeden satışa çık, çocuk başına kafeslerde sürün bir de topal ol... Genç kız ol, erkekler sana kur yapmasın topalsın diye. Bütün bu acıları beni kekerek çıkarıyordu. Tam 11 yıl arkadaşlık yaptık. Geçen sene de kör oldu. İyice huysuz çekilmez olmuştu. Neyse işte; sonunda enfeksiyona ve benim onunla bir hafta ilgilenmemem nedeniyle öldü. Zaten son bir iki yıldır ölse de kurtulsam diye düşünüyordum. Balkondan atmayı bile düşündüm. "Kuş balkondan düştü öldü." Ne harika sansasyonel haber olurdu. Bütün bunları yapmadım. Bana küserek öldü... Götürdüm bir parka bıraktım. Kediler, fareler yesin diye. Üzüldüm mü öldü diye(?) gerçekten hayır. Hiç bir hav

Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesinin Esin Kaynağı Kimlerdir

  Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesinin Esin Kaynağı Kimlerdir Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin esin kaynağının kimler olduğu, başta Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarının düşünce dünyasının kimlerden, ne kadar etkilendiği bir tartışma alanı olarak canlılığını korur. Kemalist ve tabi propagandist çevreye göre Atatürk zaten bir lider olduğu gibi aynı zamanda filozof olarak cumhuriyeti kendi özgün düşünce dünyasında inşaa ederek gerçekleştirmiştir.  Fakat şu notu düşmeden bu cümleleri kurmazlar; Namık Kemal’in, Atatürk’ün gelişim sürecinde etkisi olduğudur. Milliyetçi anlatıya göre ise Ziya Gökalp’in etkisi bulunmaktadır. Özellikle Atatürk’ün Türk milliyetçiliği ve ulus devlet fikrinin ilham ve ortaya çıkmasında temel saik olarak Ziya Gökalp zikredilir. Ama bu, felsefi bir ilhamdan mı yoksa bir reelpolitik meselesinden mi kaynaklanıyor du? Zira Ziya Gökalp idealist bir muhafazakardı ve Atatürk’ün seküler devlet anlayışında onun etkisinden bahsedilemez sanırım.  Peki Ya Abdullah Cevdet’in

Yığınlara meşhur olmak başka bir şey, yığınları yönetmek başka birşey

  Sanayi toplumu eğitimine maruz kalmış, piyasa ekonomisiyle yetişmiş insanımızın en büyük hastalığı meşhur olmak, tanınmak, kitlelere mal olmak. Hele de şu kendisine düşünür, edebiyatçı zart zurt yaftasını vuranlar. oysa efendim insanlığın günümüzde en meşhur olan filozofları bütün metedolojik paradigmayı yazıp çızen adamları vakti zamanında ya 500 yahut en fazla bin kişi ya tınıyor ya tanımıyordu. Aristoyu veya Tales'i kaç kişi tanıyor olabiliyor o vakitler. Bütün bu isimlerin şöhret bulması aslında rönesans hatta sanayi tipi eğitimin yaygınlaşması üzerinedir. Basın yayın enformasyon işlerinin artmasıyladır. He ama bu adamları tanıyan elit bir çevre vardı. Yani günümüzde bilinen büyük felsefe, düşünür, edebiyatçı dediğimiz insanları belli bir çevre bilir tanırdı. Bunlar siyaseti, politikayı, ekonomiyi, askeriyeyi vs vs yöneten insanlardı. Bunların bu insanların fikirlerini, düşüncelerini bilmesi önmeliydi. Günümüzde pazarda çalışan, tekstil atölyesinde işçi, nüfus müdürlüğünde m