Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Daha bunun din, bilim, teoloji tartışmalarına girmedim...

Aklıma geldi şuraya iki cümle kondurayım; Türkiye'de özellikle İslamcı camiada sekülerizmin (Modernizmin) can çekiştiği, geleceğin; "Gelenek'te" olduğu gibi bir mülahaza vardı. Bir dönem özellikle 90'ların sonuna kadar ben de o cereyana kapılmıştım. Oysa bir müddet sonra baktım ki gelenekselciler dediğimiz muhafazakarlık; ingiliz-Alman protestanlığının islam coğrafyasına özellikle islamcılar tarafından taşınmasından ibaretti. ( Özellikle Nurcular, milli görüşçülerin hakim olduğu yayınevleri, medya yazar çizerlerince) Bu aynı zamanda 90'lı yılların ardından liberal piyasaya yelken açmış olan Türkiye'nin kapitalist ekonominin dindar çevrelere taşınmasıydı da. Yani modernleşmenin, sekülerleşmenin başka bir gömleğiydi. Süreçte sekülerizm krize girmedi din, inanç krize girdi. Oysa bu çevrelerin hayali modernizmin krize gireceği ve dinin, geleneğin tekrardan kazanacağı idi. Bu minvalde inanılmaz yayınlar vardır vs... Oysa din krize girdi... Bu Krizi o

Zihnimin inanılmaz derece genişlediğini

Zihnimin inanılmaz derece genişlediğini, beni içine alan bu bu dünyanın dışına bu genişleme; hayal ile çıkabildiğimi, bütün insanlığın aslında hayal ile tarakki ettiğini farkedeli bayağı bir zaman geçti. Zihnin genişlemesi sanırım; çok farklı kültürlerle iletişime geçerek mümkün oluyor. İnsan farklı kültürler, farklı diller, yaşamlar, dinler gördüğünde içinde yaşadığı kendi dünyasının farkına varıyor. Ya da şöyle ifade etmek gerekirse; kendine yeni karşılaştığı o kültürle dışarıdan bakabilme imkanı buluyor. Yeni kültür kendi alışkanlıklarını, davranışlarını, inanışlarını analiz edebilmesine imkan tanıyor. Zihnin gelişiminde zaman çok mühim; İnsan zamanı da ancak farklı kültürlerle tanıştığında farkede biliyor. Yoksa zaman dediğimiz mefhumun, yaşamımızda değişen olmadıkça, hayatımız belli bir düzende sabitse bir önemi olmadığını sanıyorum. Eski dönem seyyahların zamanı tutmalarının (kayıt altına alma) sebebi gezerek, görerek değişenin farkına varmalarıdır sanırım. Değişeni anlam

İstikâmet Haydarpaşa Sahaf Festivali…

İstikâmet Haydarpaşa Sahaf Festivali… Güneşin öğlene kadar kendini gösterip yerini gri bulutlara bıraktığı bir günde, sahil yolundan Eminönü’ne vapura gidiyorum. Gözümü çevirdiğim her 50-100 metrede bir dikilmiş parıldayan, şırıldayan sitelerin arasından denizi görmeye çalışıyorum. Bizim gibilerin denizi görmesine dahi izin verilmiyor artık. Hani Orhan Veli’nin şiirinde var ya “Hava bedava, su bedava…” diye. İlerde belki nefes aldığımız hava için para ödeyeceğiz. Orhan Veli’nin kinâyeyle bahsettiği zamandan daha trajedik bir duruma düşeceğiz bu gidişle. Yazının Devamı için Tıklayın
Canların Cinsiyeti: Alevîliğin kadın-erkek eşitliği söylemine eleştirel bir bakış Canların Cinsiyeti kitabının yazarı Nimet Okan, çığırtkan ve idealsiz feminist(!) söylemler arasından sıyrılarak; sessiz, mütevazi ama derinlikli bir şekilde Türkiye’de kendi inanç sistemine sosyolog bir feminist bakışıyla analitik eleştiriler getiriyor . Canların Cinsiyeti kitabı, yıllar sonra bu alanda bir ilk olmanın değerini alacak…  (Hatice İskenderi) Kitabınız Alevîliğin kadın-erkek eşitliği söylemine eleştirel bir bakış getiriyor. Saha çalışmasının örnekleri ve yaşanmışlıklarıyla… Ciddi bir emekle yazıldığı şüphesiz. Alevîliğe; kendi içinde bir eleştiri getirmek ve gerçeklerle yüzleşmek, sağlıklı düşünmemiz için önemli. Ben bu yönüyle kitabınızı çok değerli buldum. Siz bu konuda ne söylersiniz? Yazının Devamı için: Tıklayın

Ben masalımı seviyorum...

güneşin doğuşuyla başlayıp, akıp giden bir masalın takipçileri olmak için bütün hayatımızı bir ağaç gölgesinde geçirmeye gönüllüyüz. Bize ağacı sevdiren ilk masal Ademindi sonra pek çok masal dinledik.. En güzellerinden biri Muhammed'in "Hayatım bir ağaç gölgesinde konup göçen biri gibidir" sözüyle başlayandı. Hayat bize hep oradan o ağacın gölgesinden görünen bir masaldı. Nedendir bilinmez -aslında bilinir- biz dünya masalanın bu yanını sevdik. Dünyanın yakıcı güneşinin bizden istediği kendine adanmışlığı, çalışma azmini, istek ve talep etme, ele geçirme, güçlenme gibi güneşlik sadakatleri yerine getiremedik. o ağacın gölgesinden uzaklaşmak, biraz güneşe çıkmak istesek; iki muhteris yahut bir muhafız tarafından çok basit kötürüm oyunlarla gölgeye itildik. Bizim masalımız hep gölgede kalmaktı. Güneşe çıkıp yanmak değil. Güneş yakıcı... ben de sanırım o nedenle sonbaharı ve kışı seviyorum. Yazla aram pek iyi olmadı... Yaz bana hep kazananların, müreffehlerin mevsimi gibi
Malumunuz kalemin gücü aslında yazarın kendisiyle ne kadar barışık aynı zamanda bu barışıklığın bir çatışma halini de getirdiği meselesiyle ilgilidir. Yazma işi hiç bir zaman kompleks ve karmaşık duygu ve düşünceleri, gelgitleri kaldırmaz. Özellikle yazıda basitliği ve aynı zamanda içtenliği severim. Uzun cümleler sağa sola sarkan kelimeler, hareketli olsun derken eli başı kötü oynayan cümleler... Bütün bunların benim okuma zevkimi yok ettiğini söyleyebilirim. Gülen birin güldüğünü yazmak, dudak ve mimik haraketlerini göstermek gibi anlatımların duygu bütünlüğünü oyunculuk yaparak değil bir fiil tecrübeyle, gözlemleyerek aktarılmasından hoşlanırım. Her insan aynı biçimde gülmez ve aynı biçimde ağlamaz. Her insan aynı anlama gelen kelimeleri dahi aynı şekilde söylemez. Ses tonu, nefes alışı, yetiştiği ortam, aldığı eğitim, bütün bunlar kelimenin kullanım biçimini, etkisini yani nitelik ve niceliğini etkiler. İki yaşında ufak bir çocuğun "ekmek" deyişiyle ergenlik çağında bi