Malumunuz kalemin gücü aslında yazarın kendisiyle ne kadar barışık aynı zamanda bu barışıklığın bir çatışma halini de getirdiği meselesiyle ilgilidir. Yazma işi hiç bir zaman kompleks ve karmaşık duygu ve düşünceleri, gelgitleri kaldırmaz. Özellikle yazıda basitliği ve aynı zamanda içtenliği severim. Uzun cümleler sağa sola sarkan kelimeler, hareketli olsun derken eli başı kötü oynayan cümleler... Bütün bunların benim okuma zevkimi yok ettiğini söyleyebilirim. Gülen birin güldüğünü yazmak, dudak ve mimik haraketlerini göstermek gibi anlatımların duygu bütünlüğünü oyunculuk yaparak değil bir fiil tecrübeyle, gözlemleyerek aktarılmasından hoşlanırım. Her insan aynı biçimde gülmez ve aynı biçimde ağlamaz. Her insan aynı anlama gelen kelimeleri dahi aynı şekilde söylemez. Ses tonu, nefes alışı, yetiştiği ortam, aldığı eğitim, bütün bunlar kelimenin kullanım biçimini, etkisini yani nitelik ve niceliğini etkiler. İki yaşında ufak bir çocuğun "ekmek" deyişiyle ergenlik çağında bir gencin "ekmek" deyişinin aynı olmadığı gibi. Evet her ikisi de ekmek istiyor olabilir ama biri ekmeği alabilme gücüne çok az sahipken genç olanın ekmek isteyişi; vermeseniz de ben alabilecek güçteyim
ifadesine sahiptir. Kelimenin bir lafzı olduğu gibi mazmunu da vardır... Bütün bunlarla birlikte düşünüldüğünde ben yazıda yaşanılmış, içselleştirilmiş mazmunu görmek isterim. Tamam hikaye kurgu olabilir ama yazar ve kelimeler asla kurgu değildir...
İslam sufi ve düşünürü rahmetli İbn Arabi abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, Aristonun; siyaset, devlet mevzusunu ele aldığı Politika olarak isimlendiren; devleti tartışma mevzu yaptığı kitaptan mülhem, insanı merkeze ele alarak neşrettiği kitabıdır. Yani Aristo denen zat, insanın kendi amacına, iyisine, mutluluğa ancak toplum ve devlet düzeni içinde erişebilir teorisini geliştirirken, rahmetli İbn Arabi, dünyevi mutluluğun insanın kemalata uluşmasında arar. Bu bize her iki medeniyetin varlığı, insanı nasıl ele aldığını gösteren bir özellik arz eder. Şöyle ki; Batı toplum ve varlığını, mutluluğunu kollektif bir oluşumla bireyselleştirirken bizde bireyin mutluluğu kendini gerçekleştirme, insani kemalata uluşmakta çoğullaştırır. Yani Batı için çoğunluğun yansıması olan birey varken bizde insanın meydana getirdiği topluluk vardır. Batının bütün kalabalıkları hepsi birbirine benzeyen bireylerken ki; yaşam, siyaset, ideoloji, hayattan beklenti, üretin, tüketim alışkanlıları gibi hep
Yorumlar
Yorum Gönder