Ana içeriğe atla
Malumunuz kalemin gücü aslında yazarın kendisiyle ne kadar barışık aynı zamanda bu barışıklığın bir çatışma halini de getirdiği meselesiyle ilgilidir. Yazma işi hiç bir zaman kompleks ve karmaşık duygu ve düşünceleri, gelgitleri kaldırmaz. Özellikle yazıda basitliği ve aynı zamanda içtenliği severim. Uzun cümleler sağa sola sarkan kelimeler, hareketli olsun derken eli başı kötü oynayan cümleler... Bütün bunların benim okuma zevkimi yok ettiğini söyleyebilirim. Gülen birin güldüğünü yazmak, dudak ve mimik haraketlerini göstermek gibi anlatımların duygu bütünlüğünü oyunculuk yaparak değil bir fiil tecrübeyle, gözlemleyerek aktarılmasından hoşlanırım. Her insan aynı biçimde gülmez ve aynı biçimde ağlamaz. Her insan aynı anlama gelen kelimeleri dahi aynı şekilde söylemez. Ses tonu, nefes alışı, yetiştiği ortam, aldığı eğitim, bütün bunlar kelimenin kullanım biçimini, etkisini yani nitelik ve niceliğini etkiler. İki yaşında ufak bir çocuğun "ekmek" deyişiyle ergenlik çağında bir gencin "ekmek" deyişinin aynı olmadığı gibi. Evet her ikisi de ekmek istiyor olabilir ama biri ekmeği alabilme gücüne çok az sahipken genç olanın ekmek isteyişi; vermeseniz de ben alabilecek güçteyim ifadesine sahiptir. Kelimenin bir lafzı olduğu gibi mazmunu da vardır... Bütün bunlarla birlikte düşünüldüğünde ben yazıda yaşanılmış, içselleştirilmiş mazmunu görmek isterim. Tamam hikaye kurgu olabilir ama yazar ve kelimeler asla kurgu değildir...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara