Aklıma geldi şuraya iki cümle kondurayım; Türkiye'de özellikle İslamcı camiada sekülerizmin (Modernizmin) can çekiştiği, geleceğin; "Gelenek'te" olduğu gibi bir mülahaza vardı. Bir dönem özellikle 90'ların sonuna kadar ben de o cereyana kapılmıştım. Oysa bir müddet sonra baktım ki gelenekselciler dediğimiz muhafazakarlık; ingiliz-Alman protestanlığının islam coğrafyasına özellikle islamcılar tarafından taşınmasından ibaretti. ( Özellikle Nurcular, milli görüşçülerin hakim olduğu yayınevleri, medya yazar çizerlerince) Bu aynı zamanda 90'lı yılların ardından liberal piyasaya yelken açmış olan Türkiye'nin kapitalist ekonominin dindar çevrelere taşınmasıydı da. Yani modernleşmenin, sekülerleşmenin başka bir gömleğiydi. Süreçte sekülerizm krize girmedi din, inanç krize girdi. Oysa bu çevrelerin hayali modernizmin krize gireceği ve dinin, geleneğin tekrardan kazanacağı idi. Bu minvalde inanılmaz yayınlar vardır vs...
Oysa din krize girdi... Bu Krizi oluşturan siyasal atmosfer, psikolojik-sosyolojik harp taktikleri, yapay silahlandırılmış örgütler, 200 yıldır arazide var olan dini yorumları çok iyi analiz etmiş olan ingiliz misyonerliği vs... bunda çok etkin. bakmayın bu memlekette ilahiyat vs okuyanlara. tamamı metodolojik olarak tam bir misyonerdir. Çünkü okullar tamamen bu sistemle öğretim vermektedirler. Ancak şunu unutmadan söyleyeyim sadece ilahiyatlar değil, bütün dini hareketler, siyasal yapılar bu 200- 250 yıllık ingiliz aklının ciddi bir arazi çalışması ürünüdür. Arkasında ciddi bir oryantalist müktesebat bulunmaktadır. Şunu not olarak yazayımda anlaşılsın: Elimizde okuduğumuz pek çok dini kaynak oryantalistlerin kütüphanelerden, el yazmalarından bularak yayınlanan eserlerdir. Mesela en meşhuru Taberi Tarihi, daha niceleri... Şimdi bunların hepsi böyle... Peki, şimdi bu dinin krizi dediğimiz şeyi bu islam coğrafyasında yetişmiş yahut bu dini atmosferden etkilenmiş zihinlerin mi çözeceğini sanıyoruz. Almanya'da Amerika'da yaşamış okumuşların mı? Elbette hayır.
Butun bu öküzlerin göremediği şey; bütün medeniyetler, dinler, topluluklar kendi paradigmalarını kurarlar... Oysa bunlar batılı paradigmayla sadece analiz yapıyorlar. bu analizler de sanmayın kendilerine ait....
Daha bunun din, bilim, teoloji tartışmalarına girmedim... eylesine siyasal-aktüel yönüne değindim...
Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;
Yorumlar
Yorum Gönder