Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Okulların durumu muhabbeti...

Bütün bir eğitim sistemi gençlerimizi harcamak, yok etmek üzerine kurulu. 12 yıllık eğitimin ardından gençler ne mesleki, ne akademik ne de toplumsal değerler dediğimiz yeterlilikle mezun olabiliyorlar. Pek çok meslek okulu öğrencisi mezun oldukları bölümleri iş yaşamlarında kullanmayı düşünmüyor. Akademik liseleri bitiren öğrenciler rehberlik yöntemleri ile yanlış okullara yönlendiriliyor. Hiç biri istediği mesleği önceden ne deneyimleme ne de araştırabilme imkanına sahip.  Bu rehberlik servisleri veriyorlar çocuklara gazı. Şu mesleği kazanırsanız şöyle para kazanırsınız, yok şu bölüm çok önemli vs. gibi. Tabi bir de ailelerin çocuklarına verdikleri gaz var...  Hepsi çok para kazanacaklarına inandıkları alanlara yönelmeye çalışıyor. Sürdürecekleri veya sürdürebilecekleri mesleklere değil. Özellikle meslek lisesi öğrencileri mezuniyet sonrası kendi mesleklerini geliştirebilecekleri bölümlere; ön lisans eğitime alınıp daha sonra 4 yıllı tamamlama yöntemiyle nitelikli mühendis insanlar

Türklerin, edebiyat ve sanatta ortaya koydukları beceriksizlik

Türklerin, edebiyat ve sanatta ortaya koydukları beceriksizlik tamamen din ve dil merkezli bir sorundur. Din merkezli olarak Arapça ve edebiyat merkezli olaraksa Farsçanın etkisiyle kurulan egemenlik/iktidar altında oluşan siyasal alan Türkçe'nin edebiyat ve sanat alanında özgün eserler koymasını kısıtlamıştır hatta engellemiştir. Anadolu Aleviliğinin; HacıBektaşi, Yunus, Sultan Abdallar ekolü ile sürdürülen edebiyat, düşünce dünyası ise daha emekle dönemlerinde altın çağlarına gelemeden küfürle, sapıklıkla itham edilerek, Türklerin derinlikli bir felsefe, din, edebiyat dili geliştirme sürecini bıçak gibi kesmiştir. Bugün Türkiye'de insanların halen din ve edebiyat anlayışları, bu iki dilden yapılan tercümeler veya bu iki dilin etkisinde kalmış kelami, teolojik eğitimden geçen insanlar tarafından şekillenmektedir. Edebiyat gelince modernleşmeyle/batılılaşma ile birlikte ingiliz dilinin algı, iletişim, formasyonunun etkisindedir. Velhasılı kelam Türklerin, tarihi olarak bir mil

Hikayecilerin, Romancıların, mekanı

Hikayecilerin, Romancıların, mekanda yükseliş ve iniş (tırmanma ve inme) ifade eden cümleleri çok sık kullanmaları; onların hangi sosyal sınıfa ait olduklarını veya nasıl bir psikolojiye sahip oldukları hakkında bilgiler verir. Örneğin; orta halli bir memur çocuğu olan yazarımızın yolculuklarda kullandığı şehirlerarası otobüse -binme inmesi ile- sıklıkla uçağa -binen inen-, ekonomisi iyi bir aliden gelen yazarımızın olay örgülerinde kullanmaları gibi. Yahut, romanlarında müst akil bahçeli bir evin merdivenlerinden iniş çıkışı resmeden yazarımızla apartman dairesinin merdivenlerini resmeden yazarımız arasında ekonomik gelir farkı görmemizi sağlar. Ben en çok cinsellikle ilgili beceriksiz ifadelere gülerim. Romancılığımızın bittiği, olmadığı yer orasıdır. Ya olabildiğince abartıyla pornografi bir anlatıma yahut mahcup rahip edasıyla hep örtme isteği. Oysa Mevlana; mesnevide, rubailerde ortalığı yıkar edebi olarak. Oradan ilham alan bir romancımız dahi yoktur biliyor musunuz. Yeni yetmel

Kaldırımlar hep rüzgarlı...

Arkadan esen soğuk rüzgar boynuma vuruyor. Sinüzitsen en iyi yaşanılır hallerinden biridir. Şakaklarınıza doğru yükselen bir ağrıyı hissetmeye başlarsın; giderek artan... Kaldırımın daraltılarak yol açılması seni rahatsız etmesin insan önemsizdir bizde. Beledini ödemediğin şeyde hakkın yok. Kim bedelini öder; elbette parası fazla olan. Bedel ödemek sadece parayladır. Sinüzitsen bunu daha iyi anlarsın. Rüzgar, boyuna; boynuna eserken üzerindeki parkenin yakalarını yukarıya doğru kaldırsan da aradan bir yerden girer o rüzgar. Ne olursa olsun rüzgarı engelleyemezsin.  Kaldırımların çukurlarına düşen ayakların, sen ne kadar dikkatli de olsan acıtır canını. biliyorum kaç defa dikkat etmişsindir o çukurlara ayakların düşüp burkulmasın içinmesin diye ama bir şekilde düşer... Araban yoksa kadırımlarda yürürsün. Bedelini ödemeyen kaldırımda yürür. Avrupada ve Amerika'da bizim kadar kaldırım kullanan halk yok. Avrupada ulaşım için en fazla kaldırımları kullanan vatandaş bizdedir. En kötü en

Zaman dairesel bir döngü

Zaman dairesel bir döngüye sahipse zamanın ilerleyen değil genişleyen bir yönü olmalıdır. Zaman ilerlemiyor genişliyorsa -ki uzay genişlediğine göre zaman da genişlemektedir- zamanın gün içinde 24 taksim olduğu güneş saati de genişlemektedir. Evet, elbette saatin taksimi zaman değil (Bu mevzuyu 2013'de post-sekuler zamana evrilme başlıklı yazımızda kaleme almıştık) Ancak zamanın akışını en iyi temsil eden somut bir göstergedir; saat. Zamanın genişlemesi mevzuu aslın da dijital çağda; belki bundan bir 20 yıl sonra tartışma konusu olacak. Yani günün yirmi dört saat değil 36 saat olduğu, 60 dakika değil de 90 dakikaya çıktığı/çıkartılması gerektiği tartışılacak. Zira üretim, tüketim alışkanlıkları ve insanın doğayla ilişkisi değişiyor. Mesai zamanı, sanayii toplumuna uygun düzenlenmiş saatle belirleniyor. Oysa bugün artık sanayi insanın zaman kullanımı ile digital çağ insanın zaman kullanımı çok farklı...

Siyaset ve doğa arasındaki ilişki

Siyaset ve doğa arasındaki ilişki insanlığın gelişim ve değişim sürecini etkileyen faktörlerden en önemlisi belki tek faktör denebilir. Siyaset, düzen, sistem, yönetme hegemonya kurma çabasındadır. Doğa ise başı bozuk, kuralsız bir akışı ifade eder. (Kuralsızlık meselesini anla, öğren öyle cümle kur. Cart curt edip canımı sıkma) Doğa, bırakın ağaçlar özgürce büyüsün, yapraklar her tarafı sarsın tavrındayken; siyaset, bir bahçevan edasıyla bu sorumsuz büyüme, gökyüzüne yükseliş  kontrol edilmelidir davasındadır. Siyaset çıkar ilişkili, faydacıdır. Doğa çıkarsız, yönelimsel, iç güdüsel, duygusal ve fevridir. Doğanın kuralları birbiriyle bağımlı ama hesaplanamaz etkenlerle örülüdür oysa siyaset hep beş-on seçeneği geçmeyecek dayatmalara sahiptir. Doğanın bir parçası olan insanın bu nedenle siyasetle hep başı derttedir. Siyaset, aklın gelişimi ilgiliyken, insan, biyolojik bir tür olarak canlılardan biridir. Aklın soyutlama, ayrıştırma, kategorize etme becerisini kazanması insanın doğal ya

Pislik bir kadındı titizlik konusunda

Bulgur pilavına kattığı biber salçasının tuzu mu fazlaydı yoksa sonradan ektiği tuz mu fazlaydı? Ödemekte geciktiği kredi kartı borcunun yükü mü kafasını bulandırıyordu yahut hepsimi yazılıydı şıklarda. Emekli bir memur olarak yetmeyen maaşın verdiği huzursuzluğun bütçesinde açtığı yükün ağırlığını mı taşıyamıyordu (?) Makbule abla, Osmanlı Bankası'ndan emekli muhasebe uzmanı bir teyzemizdi. Torununun saçlarını okşarken 70'li yıllarda elleriyle saydığı paraların o sıcak duygusunu hissediyordu. Farkındaydı çok kötü yapıyordu parayı düşünmekle ama engel olamıyordu; vefat eden kocasının da saçlarını o duyguyla okşardı. Makbule abla hikayelerimizde hiç yer almayan bankadan emekli bir teyzemizdir. Mutfaktan gelen ağır baharat kokusu, pilavın yanında pişen -topraktan güveç- sebzelisinin habercisiydi. Komşular gelecekti... Ihlamuru soğuk suya koymuştu geceden. Şimdi artık kaynatmanın vaktidir diye düşünüyordu. Makbule teyze koltuktan kalkarken ayağı takıldı yere düşücek gibi olu