Ana içeriğe atla

Bi çay ver de içek

Akşam olur, hatta belki gece olur. Ortalık sabaha doğru aydınlanır... Ben uykumdan uyanırım.  Ya da belki uyanmam beş gün uyurum. Keşke.

İnsan keşke demeye başladığında hep mutsuzmuş gibi kabul edilse de her zaman bu böyle midir sorusunu sormak gerekir.  "Keşke" evet, bir özlemi çağrıştırır kaçırılmış olanı, beklentilerin gerçekleşmeyişini vs.  ama bazen mutluluğu da hatırlatır; "Keşke hep çocuk kalsaydık"  çocuksu mutluluğu hatırlatır hatta belki şimdiki mutluluğun da ifadesidir; mutluluk, eskiden kalan mutluluğu davet eder, hatırlatır...

İnsan doğanın parçası olamayacak kadar akıllı bir canlı. Doğada yok edebilme gücüne sahip olan tek varlık. Bilimsel çalışmalarla geliştirdiği teknoloji, yaşadığı şu gezegeni yok edebilecek düzeyde. Hatta birgün bütün evreni dahi yok edebilecek teknolojiye sahip olabilir ve sanırım olacakta. Yok edebilme gücü tanrısal bir güç. Her ne kadar sanki Tanrı hep var edebilir/yaratan olarak ezberletilse de insanlara oysa tanrı aynı zamanda yok edebildiği için de tanrıdır. 

İnsanı yok etme eylemi inanılmaz derecede mutlu eder. Kendisini güçlü, hükümdar olarak görmesini sağlar. İbrahim hikayesinde olduğu gibi Nemrut öldürüp yok etmekle sonra var etmekle tehdit eder. Firavun hikayesinde de öyledir. Yok etme gücüne sahip olandan korkulur çekinilir. Devletler birbirini yok emekle tehdit eder. Yok etmek tanrısal bir güçtür. 

Bu arada bloğumun adanı "bir çay ver de içek" yaptım.  Arada sırada buradan yazarım. Bazen Mustafa Kara'nın sitesinden http://www.sosyalaktivite.com/ yayınlarım. Öyle işte...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara