Ana içeriğe atla

İslamımı konuşmak istiyorsunuz?


Şimdi Efendim, İslam dininin Peygamber döneminde 23 yıllık bir süreçte teşekkül ettiği kabul edilmekte. Yani Peygamberin bu dinin metinlerinin tam olarak şimdi bitti dediği zaman 23 yıl sürdü. Buna göre şöyle bir durum var. Sanırım ayet sayıları düşünüldüğünde güne 1,6 gibi ayet sayısı düşmekte. Bu elbette her gün bu kadar ayet iniyordu demek değil. Güne bölsek böyle diyoruz. Elbette kimi zaman 5-10 ayet iniyordu kimi zaman haftalarca inmiyordu. kimi rivayetlere göre yıl içerisinde inmediği dönemlerde var falan filan... Gelelim bunu neden anlattığımıza.

Şimdi İslamın öğretilmesi tebliğ edilmesi dediğimiz bu dönemde pek çok sahabi çeşitli şehirlere, köylere hatta uzak beldelere dahi giden oldu. çeşitli . Bunlar gittikleri zaman ya böyle günümüz İslamcıları gibi ellerine Kur'an alıp; "Allah şöyle dedi böyle dedi, yok bu ayet şunun için indi şu fıkıh var, şu imam var" gibi cümleler kuramıyorlardı. Bildikleri 15-20 ayet mi işte bununla insanlara dini anlatıyorlardı. Ortada fıkıh, kelam şu bu gibi şeyler yoktu. Kur'an kursu dahi yoktu ki Hafız olsunlar çünkü ortada bir Kur'an yoktu. İşte bildikleri ne kadarsa o kadar. Af buyrun, düşünün günümüzdeki bir imam Hatip öğrencisinin dini müktesebatına sahip değillerdi. Ama gittikleri beldeleri yönetiyor, onlara rehberlik liderlik yapıyorlardı. Bir sorun çıktımı çözüyorlardı. Peki bu sorunları nasıl çözüyorlardı. Nasıl mı? Elbette içinde bulundukları toplumun kurallarına göre. Neden mi? Çünkü Sahabe dediğimiz insanların elinde matbu bir mushaf yoktu. Ve hiç biri günümüzde bilindiği manada hafız vs değildi ki şu ayet şöyle diyor vs desin. Zaten hafız olmaları mümkün değil daha ortada matbu bir Kur'an yok. 40-50 ayet mi biliyorlar yahut 300-500 mü işte onunla dini anlatıyorlardı. Bu arada dini anlatıyorlardı derken de öyle düzenli sistemli bir din yok ortada. Bir gün nikahla ilgili bir ayet gelirken 10 gün sonra Allah'ın birliğini anlatan bir ayet geliyordu. Yani ortada sistemli bir vahiy de yoktu. Günümüz ilahiyatçıları gibi şu konu da şu ayet var. Şu fıkıh kitabıda şu var hüküm var vs gibi bir durum yok.

Bir de bunlara ek olarak; Sahabe, Medineden bilmem hangi uzaklıktaki -200 km diyelim- bir köye gitmiş. Medine"de inen ayetlerden de haberi olmuyordu zaten. Belki aylar sonra haberi oluyordu. Şimdiki gibi telle arayıp "abi yeni gelen ayet var mı?" diyeceği bir telefon yoktu...

Bütün bunlar neyi gösteriyor; Sahabe din diye bildiği neyse onu öğretiyor. Geri kalan sorunları içinde bulundukları topluma göre şekillendiriyorlardı. Günümüzdeki gibi bir sistemli namaz dahi yoktu. Kim neyi ne kadar öğrenmişse. Bunların gerçekleşmesini sağlayacak beşeri imkan yok. Efendim, adam kabilesinin şefi geli müslüman oluyor. Bir kaç gün peygamberin yannıda kalıp köyüne dönüyor. Ve köyüde müslüman oluyor. Şimdi bu adam ne öğrendi din hakkında. Hiç..
İslam dini düşünün 23 yılda tamamlanmış. Peki burada bitiyor mu? Hayır. Peygamber ölüyor. Ondan 3 yıl sonra Kur'an toplanmaya başlıyor. Kim ne kadar ezberse ve ellerinde ne varsa bir araya getiriliyor. Güvenilen bir heyet oluşturulup bunlar eleniyor ve en sağlamlarından bir Kur'an ortaya çıkıyor. Burada bitiyor mu? Hayır. Çünkü bu mushafın çoğaltılması lazım. (Bu arada söyleyeyim. elimizdeki en eski mushaf Peygamberden sonra 100-150 yıl sonraya ait. Tabi bu başka bir konu.)

Sonra bu süreçte devlet büyüyor İmparatorluk oluyor. Her tarafta sahabe dini anlatıyor. Ama dikkat buyurun halen üç beş yazılı Kur'an var. Öyle günümüz ki gibi herkesin elin de bir Kuran yok. Konuyu uzatmayalım. Yani İslam dini olarak tanımlanan ve günümüzdü bilinen şekline ulaşması tam 500 yıl sürüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara