Ana içeriğe atla

Seküler cevrelerin ve bir psiko-siyasal operasyon olarak kadına şiddet hikayesinin geçmişi

 Seküler cevrelerin ve bir psiko-siyasal operasyon olarak kadına şiddet hikayesinin geçmişi.

Modern kadının birey olabilmesi kendi ayakları üzerinde durması, ekonomik bağımsızlığını kazanması mücadelesi her zaman taktire şayan ve şahsen insanlık tarihi içinde benim en karakterli ve tek gerçek mücadele olarak gördüğüm olaydır. 

Şimdi Türkiye tarihi ve kadının hakları ve özgürleşmesi birey olması meselesi ise tamamen ideolojik ve aynı zamanda osmanlıdan cumhuriyete intikal eden egemen sınıfın, anadolu kadınını ezmek, yok etmek onu farklı bir norma çevirme çabası olarak gerçekleşir. Bu tutum sistematiktir. Bu ülkenin kadınını kendi tarihsel süreciyle geliştirerek değil de tepeden inme bir yöntemle dönüştürme çabasıdır. Dönüşmeyeni de sistem dışına atmak üzere kurgulanmıştır. 

Bu devlet, sistem eliyle kadına şiddetin en bariz olduğu dönemlerden biri 80'li yıllardan sonra başörtülü olduğu için üniversitelerden, kamudan atılan kadınlardır. Bu fiili şiddet tam olarak 20 yıl sürmüştür. Ben eylemlerde joblanan, tartaklanan pekçok kadın, kız görmüşümdür. Demek istediğim aslında bu kadınlar kendi ayakları üzerinde durmak isteyen, birey olmak isteyen, hayata topluma katılıp üreten kadın olmak istiyorlardı. Yani sanayi toplumunun kadını. Bunlar sadece başları örtülü oldukları için her türlü şiddete maruz kaldılar. 

Bu kadın hakları savunucusu denen kadınlardan biri çıkıp ağzını açmadı tersine ben şahsen tanığım alkışladılar. Sadece devrimci kadınlar hariç. Onlar hep dayanışma içinde oldular. Ama onlar bir avuç kadındı. 

Günümüzde ve geçmişte de yaşanan bireysel şiddeti sanki sistematik bir şiddet, siyasal iktidar tarafından teşvik edilen bir şiddet gibi savunmaya çalışıyorlar...

Demem o ki bu ülkede kadına şiddeti bugün siyasal iktidara karşı kullanmak isteyen kadın hakları savunucuları çevreler, bu ülkede en büyük kadın düşmanı olanlardır. Bunların kadın tanımı, kadından beklentileri, siyasal eleştirileri hiç bir şekilde samimi değildir. Samimi olmadığı gibi herhangi bir çözümü içermemektedir. 

Psiko-siyasal bir operasyonun aparatı olarak kadına şiddet sorununu kullanan bu çevreler boş beleş varlıklardır...

Bireye uygulanan şiddetle siyasal ortam arasında elbette bir bağ bulunmaktadır. Ama bu bağ günümüz iktidarı ile sınırlı değildir. Yukarıda yazdığım gibi kadına şiddetin meşruiyeti kemalist ideolojinin savunucuları tarafından "ilericilik" olarak tanımlanarak meşrulaştırılmıştır.

Not: Bence zaten kadın başını örterek kendine yazık ediyor ama o tabi kadınların kendi tercihi ona birşey demek istemiyorum..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara