Ana içeriğe atla

"Oğlum Nusret, biraz ülke sorunlarıyla ilgilen!

Beton gibiyim. Huzursuz bacak sendromu beni bitirecek.  Camın önünde gerilmiş kaslarımı esneterek açmaya çalışıyorum.  Güneşin ilk ışıkları, gökyüzüne birikmiş yağmur bulutlarının arkasından kendisini göstermeye çalışıyor. komşunun balkona astığı çamaşırların rüzgarın etkisiyle uçuşmasına bakmak ne kadar pis bir duygu. İnsanların mahremlerini takip ediyormuş gibi geliyor. Halen camdan, balkondan uzun uzun dışarıya bakmaya alışamadım. Ocağa koyduğum çay suyunun kaynamasına az kaldı, alt kattan yükselen bebeğin çığlıkları odayı dolduruyor. Onun da midesi boş, sabah emzirme çağrısında bulunuyor; ağıt yakarak... Eskiyen lastiğiyle sarkmış olan aşofmanım, üzerimden aşağı doğru düşüyor, ayaklarımın tırnakları uzamış, küçük parmağımın nasırı iyice sertleşmiş. Halının kenarına damlayan kahve lekesi halen orada duruyor. Oysa iki haftadan fazla zaman geçti. Halen leke gitmemiş, Acaba odanın bu köşesine fazla gidip gelmiyor muyum. Banyo yapmam lazım. Sevgilim olsa sevişirdik. Bu yaşta! Çay suyu kaynıyor...

Nusret 1983 yılında İTÜ makineyi bir yıl uzatmayla bitirmişti. O yıllarda okulu uzatanlar çoktu. 80 askeri darbesinin etkileri devam ediyordu. Ama O, darbe nedeniyle okulu uzatmamıştı tersine darbe onun okulu bitirmesine imkan tanımıştı.  Siyasal hareketlerle ilgilenmeyen biri olarak üniversitede yaşanan öğrenci hareketlerinin arasında sıkışıp kalmış, okuyamaz hale gelmişti. Kendisiyle birlikte üniversiteye başlayan, Adalet Partisi gençlik kollarında aldığı görevin imkanıyla daha okulu bitirmeden karayollarında memur olan Amca oğlu Kenan; "Oğlum Nusret, biraz ülke sorunlarıyla ilgilen, ülkeni düşün biraz. Ne kadar boş bir insansın. Tek derdin okulu bitirip kendine bir iş bulmak." sözlerinin üzerinden 4 yıl geçmişti. Kenan askeri darbeden sonra işten atılmış, terör suçundan 1,5 yıl hapis cezası yatmıştı.

80'li yılların sonuna doğru Nusret, dönemin yükselen dini hareketlerinin etkisinde kalmaya başlamıştı. O yıllar şehrin hemen hemen her yanı, dini bir cemaatın açtığı Kur'an kursları, kitap evleri veya camileri mekan edinmiş kimi sakallı, cübbeli, sarıklı insanlarla tutulmuştu. Nusret siyasete mesafeli biriydi ama din zaten siyaset değildi. Yaşadığı değişimi kimi dini ritüellere bağlılığıyla gösterdiği gibi 89 yılında doğan kızının adını Kevser koyarak -ki o günlerde doğan her çocuğa dini, islami kimliği daha belirgin kılan isim koyma adetini yerine getiriyordu- kendi dini kimliğini bu yolla da inşa ediyordu. Oğlu olsa adını Hanzala koyacaktı. Onun dini dönüşümünü gösteren harika bir isimdi. Ertan, Kaan, Tuna, Kaya isimleri seküler dünyaya aitti...

-Yatağın iki haftadır değişmeyen penye çarşafı yine de yumuşakça elime geliyor. Kırışmış yastık kılıfları terle karışık kafa yağının kokusu arasında içimde hayvanımsı dürtümü engellemiyorum; boşalmak istiyorum. Acaba Ahmet'in sözüne kanıp, evli barklı bir kadını eve hizmetçi alacağıma bir Kazak kızını mı alsaydım. Nurdan öleli üç yıl oldu. Bu yaşta ortalarda hem de abaza kaldım. Tam bir pislik gibiyim. 65 yaşına geldim halen hayvani dürtülerimi bitiremedim. Halen doğru düzgün nefsimi dizginleyemedim. Abdestimi tazeleyeyim belki rahatlarım. Bu soktuğumun telefonu ne çalıyor lan!  Kim arıyor bu erken saatte...

-Nusret Abi, kahveye ne zaman gelirsin? Turgut abi; "Nusret'e söyle gelirken yanında Kuşeyri Risalesini getirsin Ebu Sait Harraz'ın hayatını ders yaparız" dedi. 

Tamam Mustafa, gelirken getiririm... Yahu insanlara bak. Ne düşünüyorlar, ne planlıyorlar bense bu yaşta ne haldeyim. Allah'ım bana yadım et. Kurtar beni bu olmadık duygulardan. 

Hikayenin kahramanı Nusret değil. Onun bu iç çelişkilerini yazmak, konuşmak, tartışmak o kadar eskilerde kaldı ki hatta kaç film konusu oldu. Bizim hikayenin gerçek kahramanı 74 doğumlu Hanzala...

-Revize etmeli. Bütün dinleri, ideolojileri, insanlığı dünyayı aşkı ve ölümü. Yeniden inşa etmeli. Çok defolu bu dinler. Belki çoğunuz farkında değilsiniz ama bizler çözülerek eriyen bir gerçekliğin içinden çıkan insanlarız. Beni burya konuşmak için getirdiniz ama ne yazık ki bugün sizlere anlatacak bir şeyim yok...  (2011 Hanzala Türdev'e öğrencilere yaptığı konuşmadan)...

Aplaslan, Milliyetçi bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldiğinde babası, solcu bir genci bıçaklamak suçundan tutuklanmıştı. Bir yandan dünyaya yeni gelen bir bebek bir yanda tutuklanmış bir kocanın sıkıntısını çeken Gülbahar,  yaklaşık 3 yıl sürecek zorlu bir döneme de adım atıyordu. 

Mustafa tutuklu kaldığı dönem içerisinde gördüğü işkence ve baskılardan milliyetçiliğe olan inancı sarsılış, savunduklarıyla kavgalı hale gelmiş ve her muhafazakar insan gibi sıkıntılı bu dönemde dini yönelimleri artmıştı. Kur'an okumayı öğrendi ve namaz kılmaya başladı. Hapiste yaşadığı sıkıntıları dini inancıyla aşmaya çalışıyordu. Zaten idare de bunu destekliyordu. Bu süre zarfında çok ciddi sayıda kitaplar okudu. Hapishane arkadaşlarıyla da okuduklarını tartışıyordu. Artık amacını bulmuştu. Kokuşmuş siyasal çekişmelerden, kavgalardan kurtulup dini yaşayacaktı. İslam bir kurtuluştu. İslam gelecekti. Din kendisinin ve bu ülkenin tek sahip olması gereken şeydi...

Hikayenin ilk bölümü: Kedinin sidiği benim unutmuşluğum

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara