Ana içeriğe atla

Böyle taktiklere hep hayran kalmışımdır

Hikayeyi en baştan almalıyım. Fakat hikayenin nereden başladığını bilmiyorum. O nedenle "en başa" dönmeyeceğim, dönemem. Nazmi Abi'nin hikayesini yazmak çöplüğü tanımak bilmek demek. Ben çöplüğü evdeki kadar biliyorum, oysa çöp onun için bir ekmek kapısı, fabrika, iş, aş...

Kahramanımız Nazmiyi tanımak için uğraşmadım, hatta hiç desem çok doğru olur ama sanırım o benimle tanışmak için uğraştı. Tanışmasının bir tesadüf olduğu kanaatinde asla değilim. Onun yaşamında tesadüflere yer yok. Her işi planlı, programlı. Çünkü o bir çöpçü! Çöp ayıklayıcısı... Çöpün belediyeye ait kamyonlarca çöp toplama alanlarına getirilme saati, araçların gövdelerinin yere yakınlığına göre -taşıdıkları yükün ağırlığından- ne olabilecekleri, çöpçülerin o gün elbiselerinin ne kadar kirlenmiş veya temiz kaldığını gözlemlemek, keyflerinin, yorgunluklarının ne kadar olduğunu anlamak; bütün bunları kısa zaman aralığında çözmek çöpten para kazanmanın tesadüflere bağlı olmadığını, planlı programlı olmak gerektiğini göstermez mi? Ki bütün bunlardan daha fazlasını onu dinleyerek öğrendim. Nazmi abi benle tanışmışsa kesinlikle  bir plan dahilinde tanışmıştır...

-Kardeş, seni dört gündür buralarda görüyorum. Gelip iki bardak çay içip gidiyorsun. Bu mahallede mi oturuyorsun?

-Evet yan taraftaki sitelerde...

Namaz kılmaya gitmediğim ama çay içmek için dört gündür  takıldığım camii avlusundaki çay ocağında tanıştık Nazmi abiyle. Kirli bir ceket altına giyilmiş kışlık pamuklu bir gömleğin ve boğazından yukarıya doğru yükselen sarı renkli atletin, kombinasyon olarak eşlik eden leylak esansının ağır kokusunun, elinde tuttuğu tabaka sarması sigaranın dumanının ahengi sonucu atmosfere yayılan koku etkisiyle cevap verememiştim. Geçiştirmek için bir çay ısmarlayıp oradan uzaklaşmayı düşünüyordum ki "Sana çay ısmarlıyayım çayı mı içer misin?" dedi. Bu adamın çayını reddedemezdim. Kimsenin adam yerine koymadığı bu şahıs, bana çay ısmarlayıp kendi varlığını göstermeye çalışıyordu. Ben sana ısmarlıyayım cümlesini kuracaktım ki; "Valla bak itiraz istemiyorum." cümlesi peşinden geldi. Bu adam bir insan sarrafıydı... 

-Tamam haydi içelim.

-Ne iş yapıyorsun kardeş

-Eğitimciyim

-Ne eğitiyorsun?

 -Öğrenci..

-O Hocam memnun oldum. Ben hiç okulala gidemedim Hocam. Annem göndermedi. Gerçi nasıl gönderecekti. Çöplükte yaşıyorduk. Başımızda Baba yok bizi terketmiş. Keşke ben de okula gitseydim Hocam.

"Çok önemli değil abi, hayatta rızkını çıkarıp karnını doyuruyorsan yeterli."  Sırf laf olsun diye bu cümleleri başka yerlerde başka insanlara da kuruyordum. Öğretmen olunca insanlar gençlik ve çocukluk yıllarındaki hayallerini anlatıyorlar. Ben de o hayallere genel geçer cümleler kuruyorum. Yoksa ne demek okumak çok önemli değil. Ama işte...

-Evet haklısın Hocam sonuçta hayat işte bizi taa buralara getirdi.

-Adın ne abi?

-Nazmi...

-Nazmi abi memnun oldum ben de Fatih.

-Nazmi abi sormakta bir sakınca yoksa ne iş yaparsın. Ben de sana sorayım?

-Hocam kusura bakma kendimden bahsetmedim. Ben çöp işi yapıyorum. Ama son iki senedir bıraktım. Şimdi bir iş yapmıyorum. Aha şu aşağıda bir yerde kalıyorum.  Camiye gelip namaz kılıyorum. Senin gibi dostlarla; tanışırsam yahut görürsem, oturup muhabbet ediyorum. Kimim kimsem yok, tekim. 

Nazmi abi bütün çarpıntı, ajite ifadeleri peş peşe sıralamıştı.

-Abi ben de sahipsizim. Aynıyız, aramızda pek bir fark yok. İnsan dediğin zaten özünde sahipsizdir. Uyurken de, yürürkende hep kendisidir. Cümlesini kurduğum da harika bir misilleme yaparak onun yaşadıklarını sıradanlaştırmanın mutluluğunu yaşıyordum. Bir bilge gibiydim. 

-Haklısın Hoca. Ama işte ne bileyim; insan yalnız olup, gece kafasını yastığa koyunca sabah uyanamam diye düşünmüyor sabah biriyle uyanmak istiyor. dedi.

Nazmi abi her cümleme nazik nazik giydirmeler yaparken ben de; "çay içtik ben kalkayım" dedim. Hoca yarın seni bekliyorum ha! Bana çay ısmarlarsın ona göre dedi. Evet işte içtiğimiz bir bardak çayın on borcu olacağını o vakit anlamıştım. Nazmi Abi harika bir taktisyendi. Hatta belki de bana ısmarladığı çay başka birinin hesabından ödenmişti. Böyle taktiklere hep hayran kalmışımdır.

Eve doğru yöneldiğim de ikindi ezanı okunuyordu....

Birinci Bölüm İçin Tıkla İstersen

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara