Ana içeriğe atla

Milyonlarlarca, milyarlarca olup biten şeylerden hangisi...

Efendim hayat, kendi varlığımız için beynimizin üst zarının, gelişimi, durağanlaşması ve gerilemesi süreçlerinin bir bütünü olarak gözlemlenir. Bu korteks dediğimiz şey beyin katmanımızda gri renkte bulunur. Şimdi... Kimi araştırmalar IQ seviyesinin en belirgin özelliğinin bu zarın grileşme tonundaki farklılıkta da gözlemlendiği sonucundan bahseder. Yani ne kadar koyu gri olursa IQ o kadar yüksektir. Tabi bu arada bir şey hatırlatmalı yaşlandıkça bu grileşme durur, geriler...
"Hayatı gri görmek" denen şey de insanın IQ seviyesiyle ilgilidir. Yani demek istediğim, hayat ne beyaz ne siyah, ne kırmızıdır..

Ne kadar doğru varsa -aslında veya belki de- kendileri doğru olmak bakımından yanlıştır. O nedenle sarsılmaz doğruları olan insanlar beni hep bir şekilde korkutur. Büyük cümleler kuran, hayata büyük cümlelerle başlayanlar, içlerinde var olan hırslarını, taleplerini soyut anlamlar, ulvi, aşkın yorumlar katarak paylaşırlar. Oysa dediğim gibi o ince zar eğer gelişmezse insan dediğimiz canlı şempanze seviyesinde dahi olamıyor. Ya da duraksamaya başladığında... Çünkü ne dediğini dahi bilemez hale geliyor.

Angsiyetik tutum ve davranışlar dahi bu zarın gelişim süreciyle ilgili. Travmaların, alınan darbelerin, bu ince zarda nelere yol açtığı da bir başka konu. Demem o ki anlamak, yorumlamak, öğrenmek, ve tabi ki öğretmek bu korteksin gelişimiyle iligili.

İşte peki bu gelişim hangi sosyolojik, fizyolojik, psikolojik şartlar altında gelişmektedir. Ve bu gelişim süreci hesaplayamadığımız milyonlarca, milyarlarca ihtimalden hangisinde çok daha derin etkileşimler yaşamaktadır. Yolda gördüğü bir taş mı. Yoksa para mı yoksa kaldırıma fırlatılmış blr balgam mı. Ya da otobüste kitap okuyan, ya da yanındaki kadını/erkeği dikizleyen mi... ya da gözüne kaçan toz mu, tuvalete damlamış idrar mı, gülen bir insan mı, balkondan seslenen anne mi, gökten düşen damla mı, dua mı? milyonlarlarca, milyarlarca olup biten şeylerden hangisi...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara