Ana içeriğe atla

Yaşamak bize ne sağladı belki de

Yaşamak bize ne sağladı. Bilmiyorum. Yaşamasaydık varlıkla ilgili bilgimiz de olmayacaktı. Peki bu kötü bir şey miydi. Bilmiyorum. Ama şu var ki yaşam, var olmanın bir çeşidi olarak hayat denen şeyin de var olduğunu öğretti. Birgün hayatın içinde yaşamayan bir varoluşla devam edeceğim yoluma. Biyolojik varlığım fiziksel nedenlerden çözülürken beni var eden ismim ki o isim benim biyolojik varlığımın bir göstergesi olsa da aynı zamanda akıp giden yaşamda bıraktığım izlerin göstergesi olacak. Eğer zaman varsa -ki biz sadece teorik olarak bir zamanın varlığından söz ede biliyoruz- ve o zaman içeriside benim varlığım akıyorsa bu akış bir şekilde kendi izini bırakıyordur boşlukta. Uzay boşluğuna yayılan bir milyon yıl sonra dinlediğimiz kimi sesler gibi ya da ışığı bize ulaşan ölü yıldızlar gibi ben de bir iz bırakıyorum öyle ya da böyle... Hayat milyon, milyar katmanlı... Yaşam sadece bu katmanın biri. Ve tek başına milyonlarca hatta milyarlarca ihtimali barındırıyor. Biz insanlıksa sadece bir kaçı üzerinde düşünerek felsefe, din, bilim, sanat yapıyoruz. Oysa yeryüzünde her hıyar kendini hakikati bilen olarak pazarlayıp insanlığa yol gösterdiğini iddia ediyor.
Rahmetli Alaeddin abi eski bir ses sanatçımız. 1997'de sessiz sedasız vefat ettiğinde aslında pek çok müzisyenin de Hocalığını yapmış bir TRT sanatçısıydı. Bi dinleyelim...






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara