Ana içeriğe atla

Bir Sezai Karakoç Hikayesi de benden...

Bir Sezai Karakoç Hikayesi de benden...

Bu memleketin mevcut siyasası, bürokrasisi içinde Sezai Karakoç'u okumayan var mıdır acaba. En azından Mona Roza şiirini okumayan? Benim gibi bir eziğin tanıdığı 3-5 bürokratın, Karakoç'un bir kaç şiirini ezberden okuduklarını ve bu nedenle beni kınadıklarını bilirim. Karakoç'un çok şirini okudum ama hiç birini doğru düzgün ezberleyemedim.  Ezberlediklerim üç beş satırı geçmez. Onlardan biri "Yağmur Duası" şirinde geçen

Ben geldim geleli açmadı gökler;

Ya ben bulutları anlamıyorum, 

dizeleri. Sezai Karakoç, modern -popüler- tanımla İslamcılığın ona göre ise İslam medeniyetinin, İslamın sonsuz savunucusu ve bu toprakların ve dahi Ortadoğunun buna ek olarak Türk dünyasının kurtuluşunun ancak İslamla dönüşle mümkün olacağıdır. Bu meselenin detayları çok fazla ve konuşulduğunda cevapları öyle kolay verilecek şeyler değil. Ama Sezai Karakoç gibi samimi inananların varlığı her zaman değerlidir. Onların kesin inançları, insanlığın muhtaç olduğuna inandıkları fikirleri, inançları, her zaman önemli ve kıymetlidir. Bizim gibi kafası karışıkların, yoldan çıkanların, insanlığa, insana verecekleri doğruları olmayanların rehberliği kimseye bir şey getirmez. İnsanlığın kesin inançlara ihtiyacı vardır. Her inanç ister siyasal, ister teolojik olsun kesin çizgiler olduğunda insanlık için faydalıdır ve kitleleri etkiler. Kalabalıklar öyle oluşur. İnancında, fikrinde, kesin doğruları olan insanlar, kitleler oluşturur. O nedenle Sezai Karakoç çok önemli çok değerli biridir. 

Yukarıda bir soru sormuştum. Acaba kaç kişi okumamıştır Sezai Karakoç'u. Bundan eski zamanlarda birinde bir kaç Üniversiteli gencin, Mona Rosa Şiirini okurken, "Böyle şiirleri okumayın bunlar hastalıklı insan şiirleri. Sizi Platonik gerçek olmayan, rasyonal hayatın içinden çıkarıp ütopik dünyalara sürükleyecek şiirler. Hayatı, doğayı. insanı, yaşamı rasyonalize eden, sizi hayatın doğal akışına katacak şiirler okuyun. Bakın bunu yazan Şair dahi hayattan kopmuş kendi ütopyalarında boğulmuş biri." benzeri cümleler kurmuştum. Kesin bu arkadaşlarım olsa beni; Sen Sezai Karakoç düşmanlığı yapıyorsun, yine muhalif muhalif konuşarak dikkat çekmeye, marjinal olmaya devam ediyorsun" derlerdi. Oysa o bürokrat, siyasetçi, ihaleci, zengin, lüks konutlarında, villalarda, -yeni metres edinmiş olanları da vardır- arkadaşlarımız hepsi Sezai Karakoç'un şiirlerini ezber bilir, üzerinde konuşur neler söylemezlerdi ki. Onlar Seza abiyi ve benzerlerini kendilerine öncü, rehber yaparak bu makamlara, bu imkanlara ulaşmışlardı. Onların etkisiyle bu hallere gelmişlerdi. 

İşin doğrusu Sezai abi, çok aksi ters biriydi. Genelde yanına gidenleri terslerdi. Psikolojik analizini yazmayayım, geçelim. Ama dediğim gibi bütün bu arkadaşlarım, dostlarım, siyasiler, şunlar bunlar Sezai abiyi yere göğe sığdıramazlar. Belki bu vefatı dolayısıyla da böyle yapacaklar.  Onlar cenazeye son model jeepleri, koruma polisleri, yeni edindikleri dostlarıyla falan gelirler. Büyük bir protokol olacaktır. Ben de Sezai Abi gibi otobüse binip gideceğim cenazeye. Bence ne iyi bir şairdi O, ne de benim için artık çok önemli büyük bir mütefekkir. Sadece savunduğu şeyi hayatı boyunca yaşamış karakterli, organik biriydi. Bunun için gitmeye değer.  Ben böyle insanların cenazelerine katılmayı seviyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara