Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Konumuzla ilgisi yok ama bi Türkü dinleyelim

  Malumunuz, modern dünyada devletlerin sosyo-ekonomik imkanlarından en iyi şekilde faydalanan vatandaş %17 oranında. Türkiye Nüfusu 80 Milyon olduğu kabul edersek devletin sağladığı bu imkanlardan en iyi şekilde faydalanan vadandaşımızın miktarı 13,6 milyonu buluyor. Yani biz bütün sistemi ayakta tutan insan kaynağımızı 13 ile 14 milyon insanımızdan sağlıyoruz. Dünyada en yüksek oran Norveç'de %18. Bu şu demek nitelikli insan kaynağımızın dayandığı bu oran; psikolojik, fizyolojik, sosyolojik, ekonomik değişimlerle sisteme katkıda bulunma imkanları değişmektedir. 14 milyon insanın yaklaşık olarak bunların %0,8'i anne baba ayrılığı, ölümü ile ağır travmalar yaşayarak atıl olmaktalar. %1,2 ise sağlık, fizikse ekonomik sorunlar vs vs v. gibi nedenlerle atıl hale gelmekte. Alttan sisteme vatandaş aktarımı istenen düzeyde değil. Çünkü istihdam oranları ve yapısal sorunlar aşağıdan yutarıya doğru sınıf geçişlerini zorlaştırmakta. Yapısal sorunlardan dolayı bu görünmeyen bir kast si

Hayat mı böyle bişe işte...

Daha önceki zamanlarda anlatmıştım bir yerde; İnsan kendisine güç veren her ilkel davranışı bir şekilde ritüellere dönüştürme, estetize etme çaba ve gayreti içinde. Örneğin karın doyurmak... Yemek, insanı besleyen, güçlendiren bir davranış. Her canlı gibi yiyerek güçleniyor, semiriyor. Bu ilkel, kaba davranışı diğer canlılarda da gördüğü için onlardan ayrışmak için; süslenmiş tabaklar, kaşıklar, masa örtülüleri geliştirmiş zamanla. Dualar, niyazlar... Oysa dediğim gibi tamamen bütün canlılara özgü hayvani bir davranış bu. Ama insan bunu kabullenemiyor. Ya da varlığını güçlendiren, iktidar sağlayan her şeyi soyutlayarak, anlamlar yükleyerek yüceltme çabasında... Siyaset ve politika da böyle aslında; toplumların geliştirdiği bir araç. Hem de sanıldığından çok kaba bir yapıya sahip. Siyaset ve felsefe teorisyenleri politikayı çok ilkel bir araç olarak görür. Oysa artık günümüzde politika bütün yaşam alanlarını, yaşam biçimlerini domine etmiş durumda. Tabi bunu sermaye dediğimiz ikinci ilk

Aşı etkinliği nedir?

  Aşı etkinliği nedir? Aşı etkinliği, bir klinik araştırmada aşı olan bir grup insanda bir hastalıktaki azalma yüzdesidir. Aşının etkinliğinden farklıdır ve aşının klinik deneyler dışında toplumdaki kişilere verildiğinde ne kadar iyi çalıştığını ölçer. Tüm yeni aşılar, ne kadar iyi çalıştıklarını test etmek için klinik denemelere tabi tutulur. Bir aşı adayının geliştiricileri, klinik araştırma çalışma protokollerinde genellikle denemelerinin ana hedeflerini belirler. Bu hedeflere birincil uç noktalar denir. Şu anda geliştirilmekte olan birçok deneysel COVID-19 aşısı için birincil son noktalar, yeni semptomatik COVID-19 vakalarını önlemeye odaklanmaktadır. Bilim adamları, bir aşı adayının ne kadar iyi çalıştığını, plasebo alan grup ile deneysel aşıyı alan grup arasındaki yeni hastalık vakalarındaki farka bakarak hesaplayabilirler. Okumaya devam et: Alaycı düşmanlık kardiyovasküler hastalığa yol açabilir Buna aşı etkinliği denir. Örneğin Pfizer / BioNTech, COVID-19 aşısı için% 95'lik

Kuru fasulyeyi ve para aklamayı çok severdi

Evin arka tarafından gelen sesi anlamak için merdivenleri inerken ayağı takılıp yan üstü düşeceği sırada trabzana tutunarak  ayakta kaldı. Düşme korkusu, telaş, kaygı, anlık artan nabzı... "Rahatım, bir şey yok, düşmedim, tamam..." diyerek durdu. Zihninde Sezen Aksu'nun bir parçasını ısılığıyla çaldığını hayal ederek rahatlamaya çalıştı. Panik zamanları bu işe yarıyordu... -Sezen Aksu'nun parçası mı neydi?  -Bilmiyorum, hikayeye renk katmak için uydurdum. Bak, bu metne yazarın girip çıkması, müdahalesini de yine renk katmak için yaptım. 1950'li yıllarda yaşasaydım acaba Muhsin'in zihnine hangi şarkıcının melodilerini yüklerdim. 50'li yılların en popüler sanatçısının kim olduğunu öğrenmek için bir googleye bakmam lazım az biraz bekle!  Hee, bu arada merdivenlerden az kalsın düşecek olan kişi Muhsin'di.   Tamam baktım ve 50'lili yılların en popüler sanatçılarından birinin caz müziğin deha çocuğu olan  Louis Armostrong olduğunu öğrendim.  Louis Armost

DOGMAN bir eziğin filmini izledim

Dün veya ondan önceki gün olması lazım TRT2'de "Dogman" isimli İtalyan yapımı bir film izledim. Filmin hiç ilginç olmayan bir konusu var aslında. Sıradan hayatların, sıradan insanların, sıradan sorunlarının olduğu bir film.  Filmin merkezinde olan ve onu farklı kılan tek şey bir ezikle zorbanın arkadaşlığı... Sanırım sinemada en zor şey sıradan hayatların aktarılmasıdır. Çünkü sıradan olan her zaman bilinmeyenlerle doludur.  Bir macera veya bilimkurgu, korku filmleri iyi bir senaryoda neden sonuç ilişikleri doğru kurgulanırsa her zaman güzel sonuçlar verirler. Seyirci için doyurucu bir film haline dönüşürler.  Ama sıradan hayatlar çok karmaşık ve beklenilenin ne olduğu bilinmeyen filmlerdir. Beklenmeyenin ne olduğu filmin detaylarında işlenmelidir ve etkileyici olmalıdır. Ve eğer bu ne olacağı bilinmeyenler seyirci tarafından da bir neden sonuç ilişkisine doğru yerleştirilirlerse etkili olurlar.  Demek istediğim basit filmler aslında hayatın bilinmezleri üzerine kurgulanı

Bugün bi kek mi yapsak

Saat 11 yapacak bir şeyim yok. Kendime meşgaleler arıyorum. Birkaç sayfa yazı üretmek istiyorum ama zihnim benim kontrol edemediğim kadar yoğun ve yorgun. Hep çözemediğim kaygılarımla dolu. O kadar aceleci  bir baskı altındayım ki bütün herşeye telâşla bakıyorum ve herşeyi bir telaşla çözmeye uğraşıyorum. Dışarıdan bakılınca çok sakinim. Hiç derdim sıkıntım yokmuş gibi.  Bu aralar her sabah kek yapıyorum. Kek bağımlısı oldum. Hatta şu yazıyı yazarken dahi kafamın içinde kek yapma resektörlerim çalışıyor.  Bu süreçte çok ilginç kek yapma yöntemleri, tarifleri geliştirdim. Kek yapmak bana pizza, börek gibi ürünleri de yapmak için harika yol ve yöntemler geliştirmemi sağladı. 15 dakikada birbirinden farklı börekler yapabiliyorum. Böylece pekçok yemek ve pasta tarifinin çok abartılı hatta gereksiz tarifler içerdiğini öğrenmiş oldum.  Sabahattin Ali'nin "Değirmen"ini okıyacaktım ama kitaplıkta Edip Cansever'in bana baktığını gördüm kitap kapağındaki fotoğrafından. Fakat el

Bi çay ver de içek

Akşam olur, hatta belki gece olur. Ortalık sabaha doğru aydınlanır... Ben uykumdan uyanırım.  Ya da belki uyanmam beş gün uyurum. Keşke. İnsan keşke demeye başladığında hep mutsuzmuş gibi kabul edilse de her zaman bu böyle midir sorusunu sormak gerekir.  "Keşke" evet, bir özlemi çağrıştırır kaçırılmış olanı, beklentilerin gerçekleşmeyişini vs.  ama bazen mutluluğu da hatırlatır; "Keşke hep çocuk kalsaydık"  çocuksu mutluluğu hatırlatır hatta belki şimdiki mutluluğun da ifadesidir; mutluluk, eskiden kalan mutluluğu davet eder, hatırlatır... İnsan doğanın parçası olamayacak kadar akıllı bir canlı. Doğada yok edebilme gücüne sahip olan tek varlık. Bilimsel çalışmalarla geliştirdiği teknoloji, yaşadığı şu gezegeni yok edebilecek düzeyde. Hatta birgün bütün evreni dahi yok edebilecek teknolojiye sahip olabilir ve sanırım olacakta. Yok edebilme gücü tanrısal bir güç. Her ne kadar sanki Tanrı hep var edebilir/yaratan olarak ezberletilse de insanlara oysa tanrı aynı zamanda