Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yılbaşı muhasebem....

  Yılbaşı muhasebem.... Efendim, bizim çocukluğumuzda yılbaşını kutlamak bir teşvik idi. Mektepler erkenden dersi bitirir, devlet daireleri yarım gün mesai yapar, alıs verişler yapılır, meyveydi, çerezdi, gazozdu, özel yemekler hazırlamaktı eş dost akraba bir araya gelir tombala oynanır, televizyonda türkü şarkı çalar dansöz saati beklenirdi. Biraz keyfli aileler rakı şarap eşliğinde demlenir geceyi kefyle geçirirlerdi. Milli piyango alamayana iyi gözle bakılmaz ezik görülürdü. Genç olduk o vaktilerde de kutlanırdı. Sadece rahmetli Erbakan abi, "Mekkenin fethi" diye bir gece uydurmuş aman ha selametçi gençler yılbaşı kutlamasın; basalım hamaseti gidip Mekkeyi tekrardan kurtaralım gecesi düzenlemeye başlamıştı. Neyse işte... Zaman geldi geçti, güneş batı doğdu. Ay tutuldu, kuyruklu yıldız kaydı yağmur kaç defa yağdı bilinmez, kar yağdı, kış üzerimize geldi, bahar oldu, yaz geldi, o oldu, bu oldu derken devir değişti şimdilerde yılbaşı kutlanmasın diye her şey renksizleştirildi

Ananas benle tanıştığında topaldı

Yaklaşık 11 yıllık arkadaşım Ananas öldü... Benle tanıştığında topaldı sonra kör oldu. Köle pazarında satılırken topal ve uçamadığı için kimse almamış ben de kandırılak satın aldım onu. Ne uçuyor, ne ötüyor ne de bir insanlığı vardı. Elime alsam kekiyordu. Hayatın kendisine yüklediği acıları benden çıkarıyordu. Dünyaya gel, ana kucağı görmeden satışa çık, çocuk başına kafeslerde sürün bir de topal ol... Genç kız ol, erkekler sana kur yapmasın topalsın diye. Bütün bu acıları beni kekerek çıkarıyordu. Tam 11 yıl arkadaşlık yaptık. Geçen sene de kör oldu. İyice huysuz çekilmez olmuştu. Neyse işte; sonunda enfeksiyona ve benim onunla bir hafta ilgilenmemem nedeniyle öldü. Zaten son bir iki yıldır ölse de kurtulsam diye düşünüyordum. Balkondan atmayı bile düşündüm. "Kuş balkondan düştü öldü." Ne harika sansasyonel haber olurdu. Bütün bunları yapmadım. Bana küserek öldü... Götürdüm bir parka bıraktım. Kediler, fareler yesin diye. Üzüldüm mü öldü diye(?) gerçekten hayır. Hiç bir hav

Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesinin Esin Kaynağı Kimlerdir

  Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesinin Esin Kaynağı Kimlerdir Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin esin kaynağının kimler olduğu, başta Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarının düşünce dünyasının kimlerden, ne kadar etkilendiği bir tartışma alanı olarak canlılığını korur. Kemalist ve tabi propagandist çevreye göre Atatürk zaten bir lider olduğu gibi aynı zamanda filozof olarak cumhuriyeti kendi özgün düşünce dünyasında inşaa ederek gerçekleştirmiştir.  Fakat şu notu düşmeden bu cümleleri kurmazlar; Namık Kemal’in, Atatürk’ün gelişim sürecinde etkisi olduğudur. Milliyetçi anlatıya göre ise Ziya Gökalp’in etkisi bulunmaktadır. Özellikle Atatürk’ün Türk milliyetçiliği ve ulus devlet fikrinin ilham ve ortaya çıkmasında temel saik olarak Ziya Gökalp zikredilir. Ama bu, felsefi bir ilhamdan mı yoksa bir reelpolitik meselesinden mi kaynaklanıyor du? Zira Ziya Gökalp idealist bir muhafazakardı ve Atatürk’ün seküler devlet anlayışında onun etkisinden bahsedilemez sanırım.  Peki Ya Abdullah Cevdet’in

Yığınlara meşhur olmak başka bir şey, yığınları yönetmek başka birşey

  Sanayi toplumu eğitimine maruz kalmış, piyasa ekonomisiyle yetişmiş insanımızın en büyük hastalığı meşhur olmak, tanınmak, kitlelere mal olmak. Hele de şu kendisine düşünür, edebiyatçı zart zurt yaftasını vuranlar. oysa efendim insanlığın günümüzde en meşhur olan filozofları bütün metedolojik paradigmayı yazıp çızen adamları vakti zamanında ya 500 yahut en fazla bin kişi ya tınıyor ya tanımıyordu. Aristoyu veya Tales'i kaç kişi tanıyor olabiliyor o vakitler. Bütün bu isimlerin şöhret bulması aslında rönesans hatta sanayi tipi eğitimin yaygınlaşması üzerinedir. Basın yayın enformasyon işlerinin artmasıyladır. He ama bu adamları tanıyan elit bir çevre vardı. Yani günümüzde bilinen büyük felsefe, düşünür, edebiyatçı dediğimiz insanları belli bir çevre bilir tanırdı. Bunlar siyaseti, politikayı, ekonomiyi, askeriyeyi vs vs yöneten insanlardı. Bunların bu insanların fikirlerini, düşüncelerini bilmesi önmeliydi. Günümüzde pazarda çalışan, tekstil atölyesinde işçi, nüfus müdürlüğünde m

Bir Sezai Karakoç Hikayesi de benden...

Bir Sezai Karakoç Hikayesi de benden... Bu memleketin mevcut siyasası, bürokrasisi içinde Sezai Karakoç'u okumayan var mıdır acaba. En azından Mona Roza şiirini okumayan? Benim gibi bir eziğin tanıdığı 3-5 bürokratın, Karakoç'un bir kaç şiirini ezberden okuduklarını ve bu nedenle beni kınadıklarını bilirim. Karakoç'un çok şirini okudum ama hiç birini doğru düzgün ezberleyemedim.  Ezberlediklerim üç beş satırı geçmez. Onlardan biri "Yağmur Duası" şirinde geçen Ben geldim geleli açmadı gökler; Ya ben bulutları anlamıyorum,  dizeleri. Sezai Karakoç, modern -popüler- tanımla İslamcılığın ona göre ise İslam medeniyetinin, İslamın sonsuz savunucusu ve bu toprakların ve dahi Ortadoğunun buna ek olarak Türk dünyasının kurtuluşunun ancak İslamla dönüşle mümkün olacağıdır. Bu meselenin detayları çok fazla ve konuşulduğunda cevapları öyle kolay verilecek şeyler değil. Ama Sezai Karakoç gibi samimi inananların varlığı her zaman değerlidir. Onların kesin inançları, insanlığın

Kılıçdaroğlu'nun "helalleşme" yolculuğu ve çağrısı

Görebildiğim kadarıyla siyasal uçlarda dolaşan veya o uçların ciddi etkisinde kalanlar; Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Helalleşme yolculuğuna çıkıyorum" cümlelerini ya çok sert tepkiyle ya da mesafeli bir tutumla politik söylem olarak görüyor ve mesafeli davranıyorlar. Oysa siyasetin söylemsel gücü yapısal sorunların çözümünden önce gelir. Yani siyaset asıl olarak bir söylev sanatıdır. Siyasetçinin en büyük başarısı söylevin gücünü doğru bir metodoloji ile yönetmesidir. Zamanla siyaset teorisi içerisinde bu söylevler derinlik kazanır ve felsefi, hukuki, bürokratik yönelim ve düzenlemelere neden olur. Siyasilerin her olumlu yorum ve yaklaşımları hem uzun hem de kısa vadede toplumun kazanması anlamına gelir. İdeolojik ve siyasal gerilimin kazanan tarafları ise daha çok yüksek siyasal elitler, sermaye ve ekonomi çevreleri, kara para ve militarist çevrelerdir. Bunu müteaddit olarak belirtiyorum. Türkiye bir gerilim ağına giriyorsa bunu destekleyen örgütlenmiş yapılardır. Örgütlenmek

Siyasette toplumsal tahakküm muhalefette yapısal sorun

  Türkiye'de siyaset her zaman siyaset olmanın ötesinde bir özellik arzeder. Uzayan siyasal tartışmalar ve çekişmeler artan sorunlar ve problemler; politik önermelerle ve siyasal çözümlemelerle sağlıklı bir yola girmenin araçları olarak kullanılmaz. Daha çok rasyonel olmayan bir alana çekilerek toplumsal kutuplaşmayı artıran nefret söylemleriyle beslenen siyasal topluluklara, dini semboller, inançlar üzerinden oluşmuş kitlelere, yapılara teslim edilir. Böylece, siyaset bir çözüm aracı olmaktan çıkar; hamaset, düşmanlık, birbirine karşı duyarsız kitlelerin oluşmasına aracılık eder. Bu yöntem siyasetçinin bir tercihi olarak kullandığı bir yöntem olsa da bir bakıma doğal siyasetin kitlendiği; problemleri ve çözümleri doğru şekilde tespit edemeyen bir politik düzlemi işaret eder. “Oğlum Nusret, biraz ülke sorunlarıyla ilgilen! Ordu’da Tiyatro Sahnesine Çıkan İlk Öğretmenlerden Edibe Akyol İktidarlar vadettikleri refahı, güven huzur ortamını, sorunların çözümünü; devletin kaynaklarını d