Ana içeriğe atla

Logaritmanın içine gömülmüş muhalefet etmenin seviyesindeki seviyesizlik?

Dünyanın yeni nesil iletişim ve algı oluşturma merkezi haline gelen internet medyacığılı ve bu medya ile oluşturulan yeni bir nesil var. Bu nesil bizim gibi ekran önü ve yazılı medya ile nesnelleştirilerek propagandaya maruz kalan değil, etkileşimle her fikrini, her düşüncesini paylaşarak, bu düşünce ve fikrin gerçekten doğru ve işe yaradığına inandırılan bir nesil.
Politik ve siyasal her meselenin belli bir algoritma üzerinden şekillendiği ve bu algoritmaların, neyi nasıl öne çıkarılacağı biçiminde düzenmesiyle oluşan algıların, "Ben böyle düşünüyorum. Doğru düşünce bu" biçimine evrilmesi ile devam eden bir süreç bu. Aynı bizim neslin, belli propagandalara maruz kalarak  bunları doğru fikir ve düşünce sanarak siyaset ve politika yapması gibi.
Daha somut bir örnek vereyim. Kendini muhalif, iktidara düşman olarak konumlandırmış bir gencin; iktidarın maskeyi stoklayarak, geçen zaman içerisinde karaborsacılıkla büyük paralar götürceğine inanıyor olması bana çok ilginç gelmişti.  Bir miktar konuşmadan sonra şu soruyu sordum?
-Türkiye'de günlük ne kadar maske üretiliyor?
-Bilmiyorum dedi
-Öyleyse ben, sana söyleyeyim 8.5milyon adet. Yani günde biz bu kadar üretiyoruz. Nüfusumuz 80 milyon. 50 milyonu aktif maske kullanıcısı olmalı. Yani hükümet şu anda maske dağıtsa günlük ortalama 20 milyon insan, günlük kullanacak. Yani haftada toplam 140 milyon maska tüketilecek. Ayda şu kadar vs...    O da ben 20 milyondan alıyorum ortalamayı..
Şimdi sana sorayım. Bu maskenin kumaşları yağmur gibi gökten falan mı yağıyor(?) Hayır. Bir de o kumaşların üretimi var. Ayrıca o kumaşların sürdürülebilir olması için hammadde lazım. Ya 4-5 ay sonra bu salgın bitmezse ne olacak? Özelikle bu maskeyi kullanmak zorunda olan, sağlıkçılar, güvenlikçiler, temizlikçiler gbi kritik meslekler ne yacak.  Sen çarşıda pazarda rahat rahat gezesin diye bu maskeler tükenirse kriz zamanı ne yacağız?

Sen şimdi muhalefet partisi belediyenin, 100 bin maska dağıttığını. Bunun çok önemli bir şey olduğunu söylüyorsun. Sabahtan beri bütün Türkiye, internet ağı bu haberi kullacılara servis ediyor.  Sana sorayım? Bu maskeleri siyaset olsun diye dağıtıp, toplumu olmadık bir beklentiye "Yaa bak ülke maske cennetiymiş ama hükümet dağıtmıyor!" algısına sürüklemek mi doğru? Yoksa doğru bir stratejiyle bu maskeleri kullanmak ve dağıtmak mı?

Konuşma orada bitti. Şimdi devlette siyasette, ekonomide hayatın akışında hiçbir tecrübesi olmayan bir kitle var ve  basit bir maske meselesinde dahi böylesine manipüle edilebiliyorlar. Kendisine servis edilen her basit propagandayı büyük bir değeri savunuyor gibi savunuyorlar. Bir de bu propagandanın lehine oluşturulmuş stokçuluk propagandasına inanabiliyor. Ve bunu inanılmaz şekilde doğru gibi savunuyorlar.

Böyle basit propagandalara inanmaya programlanmış büyük oranda bir kitle var. Programlanmış diyorum gerçekten bunlar oluşturulmuş logaritmalarla yönlendirildiklerini dahi bilmiyorlar. Düşünerek bu hale geldiklerini sanıyorlar. Aynı bizim neslin geçmişte; görsel ve yazılı medyanın propagandasında kalarak, düşündüğümüzü sanmamız gibi. Olmadık şeylere inanırdık... İşin tabii önemli noktası şuydu; bunları bize önünde PROF, DR. yazan bilim adamı diye tanımlanan insanlar yapardı. Onların ideolojik siyaset çabaları bize; derin düşünce, fikir, aydın büyük filozof taktimleriyle sunulur. Ürettikleri propagandalar ezberletiliyordu.

Şimdi de sosyal medya üzerinden kendisine ne söylense inan bir kitle var.  Bunu da ulusal medya bizi kovdu, hükümet medyayı ele geçirdi, bizim sesimizi kısmaya çalıştılar, ama biz burada bu "küçük internet" mecrasında sesimizi duyurmaya çalışıyoruz yaygarası yapan gazeteciler, siyasiler, proflar aracılığıyla bu şekilleniyor...
Elbette muhalefet muhalefetliğini yapacaktır ama bir değer bir bir seviye olmalı. Öyle değil mi?

Yorumlar

  1. elbette olmalı fakat türkiyede siyaset ahlaksızdır hocam. bizden olan istediği haltı yiyebilir fakat karşıdaysa ağzı ile kuş tutsa, harcarız. biz böyleyiz. kolay kolay da değişmeyecek. çünkü kalifiyeli insanlar siyasetle ilgilenmiyor. zenginleşmek isteyenlerin arenası siyaset..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara