Ana içeriğe atla

Yok olmazsa yakacağım bu İstanbul'u

Bazı zaman sadece kurduğum aha şu kişisel blogumla uğraşıp yazılarımı, günlük paylaşımlarımı buradan yayınlıyayım düşüncesi oluşuyor. Çok daha temiz ve çok daha masrafsız bir iş. Nasıl olsa google benim adıma yazılarımı, arama motorlarına indeksliyor, yayına hazırlıyor. Yapmam gereken tek şey yazmak. Google bana öyle diyor. Eğer bunu düzenli şekilde yaparsam; yazdıklarımı daha fazla kitlelere ulaştıracağına dair umut veren haberler gönderiyor.  Hem de çok okunursam -olur ya- böylece para da kazanabileceğimi de söylüyor.  Ana vatanım Amerika'da özellikle bu blog yazarlığından gerçekten ciddi paralar kazanan insanlar var.  Özellikle spesifik konularda yazılar yazan, videolar hazırlayıp paylaşan insanlar... Sanırım benim en büyük sorunum yazma işini belli bir alana yönlendiremeyişim; hep bir denemeci pozisyonunda kalmam. Oysa burada roman dahi yazıp yayınlayabilirim. Ne kadar çok okunursa o kadar çok para. Belki 7 milyon dolarımı buradan kazanabilir ve istediğim o dünya tatilini gerçekleştirebilirim. 

Burada artık daha düzenli yazılar yazmaya tam olarak karar vermem için biraz teşvik ve gaza ihtiyacım var.   Hiç o teşvik ve gazı bir türlü alamadım. Kimi insanlar var, osursalar etraflarındaki insanlar "OOO ne harika  osurdun ne harika kokuttun" tezahüratlarını peş peşe yapıyorlar.  Ya tamam ben de büyük edebiyat dahisi vs değilim. Ama ne bileyim az çok yazabiliyorum gibime geliyor. Yok olmazsa  Sezen Abla'nın bedduasını yerine getirip; yakacağım bu İstanbul'u


Yorumlar

  1. her gün bir ders veriyorsun da benim kafa bozuk abi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yapalım kendimize bir uğraşı bulmalıyız

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara