Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Hani abi çaylar.."

Gece boyunca kahramanı "Pirmegon'a mektuplar" yazmıştı. Bugünlerde bilgisayarın klavyesine yapışık parmakları yorgun düşünceye kadar yazıyordu. Yıllardır hayalini kurduğu harika, inanılmaz romanını yazmaya başladığına inanır olmuştu... . Tam olarak beş yıldır, bu romanı hazırlığını yapıyordu. Kaç taslak yazmıştı Allah bilir. Kahramanlarının tipolojilerini oluştururken kullandığı küçük not deftelerine; anlık aklına gelen şeyleri not düşüyordu. Mesela Pirmegon; Güneş görmemiş beyaz ten rengi, açık kahverengi saçları, uzun boyu ile zayıf, çelimsiz biriydi. Çevresine karşı ilgisiz olsa da birini sevdimi onunla günlerini geçirmekten zevk alıyordu. Ateist olmasına rağmen hurafelerden oluşan fobileri vardı; pilava kaşığını dik olarak batırmaz, biri batırdığında o pilavı asla yemezdi. Sexe düşkünlüğü, tatmin edemediği dürtülerini -anti-sosyal sayılamayacak olsa da- karşı cinsle kuramadığı cinselliği çoğunlukla mastürbasyonla karşılıyordu. Kimi fahişelerle geçirdiği geceleri o

Bir gece gökyüzünde bir ışık görüldü

Akşam vakti... Ağaca asılı beyaz elektrik kablosuna takılı lambanın aydınlığında, dökme betondan yapılmış bahçe yolundan geçerek ve geç kalmış olmanın gerginliğiyle önünde durduğu merdivende bitiremediği sigaradan iki fırt daha çekti.... Kapının tokmağını hızlıca çaldı. Ahşap kapının iple bağlanmış olan kilidi açıldığında asma kat merdiveninden " Kim O" diye bir ses geldi -Ben Yavuz! Kapıyı acan Sanem, "Kapının kilidini takmayı unutma!" diye seslendi. "Gecenin bu vakti nerelerdeydin!" azarı annesi Makbule'den yükseliyordu... 1979'un karanlık vakitleri... Sokaklarda birbirini avlayan sağcı-solcu gençlerin evlerine vakitsiz geldiği zamanlar... Makbule hanım Yavuz'un başına bir şeylerin gelmesiden çok korkuyordu. Tamam oğlunun böyle kavgalarla işi olmadığını biliyordu ama zaman kötü zamandı... Yavuz, Akşam lisesine giyordu. Eski zenginlerden, Yeşilyurtlu Mehmet amcanın konağının hizmetliler için yapılan zemin kattaki iki odalı yeri ailec

Balkondan atılan oyuncak ayı

Adam, ileride duracak olan arabanın sağa yanaşmak için verdiği sinyali gördüğünde arkasından koşarak gelen gencin yorgun nefesini işitti... balkondan atılan oyuncak ayının kafasına düşeceğini ise elbette bilemezdi. Genç; "Abii!" dediğinde olan olmuş, balkondaki çocuğun attığı ayı kafasına konmuştu. İlk önce hafif bir sendeledi şaşkınlıktan. Tamam, canı fazla acımamıştı ama insanın yolda yürürken başına düşecek en kötü şey; kuş pisliğidir ona da "Başına devlet kuşu konacak." d enir. Ayı düşünce peki? -Ayı düştü derler... -Haklısın... Yavuz, otobüs durağında sabah saatlerinde karşılaştığı bu muzip olayı, yıllardır muhalif olduğu iktidarın, toplumun başına bir ayı gibi düştüğüne benzetmeye çalışıyordu. Yanındaki arkadaşı ise mağaza müdürünün verdiği siparişleri paketlemeye... yirmi altı yaşında bir gencin bu kadar politik olmasını, kırk yedi yaşında ve halen mağazada tezgahtarlık yapan Nusret anlayamıyordu. -Nusret abi, senin burada gençliğinden beri tezgahtar olara

Sevgili Pirmegon...

Sabah... Sevgili Pirmegon... Umarım sana yazdığım mektupları okuyorsundur. Tamam bana cevap yazmanı istemediğimi söylesem de merak ediyorum işte... Okumuyorsan üzülürüm hatta çok çok... İnsan dua ederken tanrının kendisini dinlediğine inanıyor. Görmediğim bir tanrının beni dinlediğine inanıyorum senin de okuduğuna... Dinliyor mudur sahiden... Dinliyordur diye düşünüyorum... Dinlemese bu kadar milyarlarca insan dua eder mi hiç. Biliyorum sen ateistsin, bu konulara tepkilisin. Hatta dua etmenin kendi gerçeğimizden kaçmak olduğunu söylüyorsun. Olsun belki de insan kendi gerçeğinden kaçtıkça mutludur, Pirmegon. Sahi sen ne kadar gerçeksin... Geçen bi sohbet sırasında aklıma geldi; neden gerçekle bir türlü aramın iyi olmadığını oradakilere anlatmak. Gerçeğin, gerçek denilen şeylerin egemenlik alanını belirlemek için bir araç, yöntem olduğunu düşünürüm. Bana ekonominin, bankacılığın, üretimin, tüketimin hep bir gerçek ve rasyonel yönü olduğunu anlattılar. Bu arada yazmadan geçmeyeyim
-Aaaa osurdu bir terbiyesiz -Çabuk çabuuk, ortalık kokuya sarmadan otobüsten inmemiz lazım! -Yok ayol ne ineceğiz... Allah bilir otobüste kaçı bunu yapıyor. Birazdan geçer sinirlenme. Durakta in sonra başka otobüse bin... Hem nereden bileceğiz diğer otobüste de başımıza aynısı gelmeyecek. Geçer geçer birazdan... -Yahu bu insanlar da bir tutamazlar mı(?) yani. Ne var evladım biraz beklesen. Ortalığı gaz kaçağına çevirmesen. -Burnuna koku geliyor mu benimki ne gelmiyor... -Gelmez olur mu hem de nasıl... Tam sağımdan geldi şimdi önümde... -Hay senin Allah canın almasın emi... ki kiii -Geçen doktora gittim; "Doktor bey, yemeklerden yarım saat sonra artık çok fazla geğirmeler yaşıyorum."dedim. -Yaşlılık, Makbule Hanım, Sindirim sorunları yaşamanız normal. Bir de yemekleri hızlıca yemeyin, iyice çiğneyerek yutun. Ne yazık ki insanımızın çoğu bu hızlı yeme alışkanlığını terketmiyor."dedi. -Senin doktor iyi biri. -Hangi benim doktor ayol. Benim özel doktorum mu var... Ra

Kalk gidelim mesai başlar..

-Geçen cuma seni aradım ama telefona bakmadın.  -Telefona bakacak moralde değildim. İş yerinden ayrılmayı düşünüyorum... Çevremdekilerin olur olmaz sorunlarını iş yerine taşıyarak oluşturdukları stresli hava yetmiyormuş gibi şu tuhaf cemaat dindarlarının bulundukları her ortamı cami, mescid gibi vaaz alanı olarak kullanıyor olmaları sahiden artık çekilmez bir duruma geldi. Hele de o uzun saçlı, kent öykünmecili yobaza hiç tahammül edemiyorum. Eskiden bunlar kumaş pantolonlu,  kısa saçlı, bıyıklı halleriyle daha çekilir oluyorlardı. Şimdikiler; lastikli uzun saçları, kot pantolon ve kirli sakallarıyla sonradan yetme zamparalara benziyorlar. -Cemaat dedin de onların üzerilerine gidileceği söyleniyor. Durmuyorlarmış, her işe burunlarını sokuyorlamış. İktidar rahatsızmış bu durumdan. -Batsınlar, daha kötü olsunlar! Nasıl olsa bizim ulusalcılar bu işe çoktan hevesliler. Yakında bombayı patlatırlar. Ha hahahaa hay!... -Gülme, allasen... Olan bizim gibilere olacak. -Bana bir şey olmaz, kay

Başlığı olmayan hikaye

Kaşığın ucunda duran mercimek taneleri dökülmeden ağzına götürmek için gösterdiği çabanın ne kadar yorucu olduğunu görebiliyorum. Elinde başlayan titreme birazdan bütün vücuduna dağılacak. Yaşlılıkla birlikte başlayan parkinson rahatsızlığı kullandığı ilaçlarla bir miktar kontrol altına alınmış olsa da nihayetinde ölümünün bundan geleceğini biliyor. Bir iki mercimek tanesi düştü..  Lokmalarını yavaşça, kendi ritmini bozmadan ağzına götürüyor. Titremeler sinir sistemini yorduğun dan yediği yemeğin tadına varamıyor olmalı... -Bıktım artık... Bu hastalık bütün yaşam enerjimi bitirdi. İçimi kemiren bir kurt gibi kimi zaman bir fare.. Rüyalarımda sağımı solumu kemiren hatta karnımın içinde dolaşan fareler görüyorum. -Rüyalarını hatırlaman iyi... Hafızan kimi şeyleri geriye doğru ketmetmiyor demek. Biraz ciğerlerini dinlemem lazım bakalım soğuk algınlığıyla ciğerlerinin arası nasıl... doktor kısa bir muayene ile bitiriyor işini... Camın kenarında duran etejerin üzerindeki sürahi, ziyaret

Keşke otobüse binseydim...

Hemen oraya, merdiven ağzına dizlerini katlayarak; alaturka tuvalete çömer gibi duran dilencinin yere serdiği kartonda "kırılacak eşya" simgesi var. Kaç zamandır kullanılmaktan üzerine sıvanan kraft kağıdın yırtılmasıyla ortaya çıkan karton olukların üzerinde ise ayakkabı izleri... Yanında duran köpeğin sarkık dili ile dilencinin uzattığı eli sahneyi tamamlıyor; tam olgunlaşmış bir duruş "bize para ver" diyen... Elimi cebime götürmeden yanından geçiyorum görmemezlikten geler ek. Genellikle dilencilere para vermem, çok nadir verdiğim. Metroya doğru ilerliyorum... Kenarda kurulu olan, -gördüğüm ilk günden beri oraya neden yapıldığını ise anlayamadığım- ucube bir çocuk oyun alanın sağından geçerken su satıcısının, susamış olma halimi anlar gibi gözlerime bakışını geri çevir mi yorum. Bir su; bir lira... Adamın üzerinde güneşten kurumuş terin izlerini taşıyan soluk, beyaz bir gömlek var. Cebin hemen üzerinde mavi renklerle yazılmış güvenlik yazısı... Adam gömleği bir

İlim, bilim, zaman mekan ruh gibi meseleler

Bunu kaç dersimde ve kaç yıl anlattığımı bilmiyorum. Bugünlerde de tekrar anlatmak zorunda kalıyorum.  Efendiler, malumunuz ilim dediğimiz şey bir metodoloji ile tezahür eder. Zira ilim bir yöntem meselesidir. Şöyle izah edeyim. Malumunuz insanlık kaç bin yıldır gökyüzünde duran yıldızları orada görüyordu. Ve yıldızlar, o insanlar için yol bulmayı, kimi çeşitli mitolojik masalları ihtiva eden nesnelerdi. Zaman geldi geçti ve insanlık izafiyet teorisi diye bir meseleden bahseder oldu. Böylece orada duran yıldızlar bizim için başka bir bilim ifade eder oldu. Ayrıca uzay bilimleri ilerleyince biz uzayın oluşmasıyla yıldızlar arasındaki ilişkiyi öğrendik; bunun gibi pek çok şeyi öğrendik. Şimdi bundan iki yüzyıl önce de yıldızı biliyorduk. O bir ilimdi. Ancak izafiyet teorisiyle yıldızlar bizim için başka bir ilim ifade ettiler. Yani nesne hakkında bilgimiz yeni bir metodla değişti. Oysa ne yıldız ne de zaman değişti. değişen metodolojidir. Şimdi, meselemiz tarihi bir olayın gerçekleşm

Tiyatro çok kütüydü ama o teyze...

Tiyatro gişesinde duran yaşlı kadının sigara içmekten sararan işaret parmağı bana, "Sadece sigara değil acaba esrar da çekiyor mu ?"diye düşündürüyor... Yaşlılıktan kelleşen kafasında azalan ağarmış saçlarını boyadığı kestane renginin en olmaz tonlarını taşıdığını ise sanırım herkes farkediyordu ve büyük ihtimalle kendisi de... Bilet alacağım ama o daracık gişeye kendisiyle aynı yaşlarda bir kadınla ödenmeyen günlüklerinin isyanlarını sin-gaf küfür ederek şikayet ediyor.  Öze llikle; "s...rim böyle işi" cümlesi içimdeki şeytanı dahi güldürecek kadar beni tahrik ediyor... -Teyze ahın gitmiş vahın kalmış! sen kim o çapta alet nerede... -Terbiyesiz çocuk utanmıyor musun annen yaşında bir kadına böyle konuşmaya... -Ne annesi; anneneciğim.... cümlelerini bırakıyorum.. Yanımda duran pansiyon arkadaşım gülüyor. -S..git lan! Sana bilet falan vermiyorum. -Seni şikayet ederim. -Kime edeceksin, etsen ne olur.  Senin şikayetinle beni mi atacaklar bu işten. Valla bak

Anlatsana bir kasiyerin başından geçen hikayeleri yiyorsa!

Hep anlatacağım bir masalım vardır. Bir sekilde masallar hikayeler uydurabilirim, hiç durmadan. Siz bilmezsiniz ama ben masallar dinleyerek büyümüş bir çocuktum. İnsanın mahalle mektebinden mezun bir büyükannesi olunca, okuduğu Osmanlıca hikayelerinden inanılmaz kahramanlar kalır aklınızda. Sanmayın bunlar cenk masalları… Hayır, bunlar basbayağı Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi Acem, Arap masalları. Mesala Dede Korkut’tan Tepegöz hikayesini, ben ilk kez büyükannemden dinledim.  O, Latin alfabesi bilmediği içinse mektebe gitmiş; okuma- yazmayı öğrenmiş. Biz torunlarına kitap getirir yahut bir yerlerden eline geçmiş kağıt, takvim yaprakları okuturdu. Demek istediğim o masallar güzeldi…   Ben ilk hikayemi ilkokul üçüncü sınıfta yazdım. En son hikayemi ise geçenlerde bir kağıt üzerine iliştirdim ama şu anda kağıdı bulamıyorum. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, hikaye yazmakta pek iyi olduğum söylenemez. Kurgu sorunlarım var. Sonra karakterlerin birbirinden faklı dünyalarını aktarm

Sigara için Muhafazakar kadına!

Ben insanın sigara içmesine pek karşıt değilim. Hatta insan kimi zaman böyle zararlı şeyler içmeli. İnsanın bağımlılık duygusunun tam olarak nedenleri bilinmiyor sanırım. Tamam bişeler söyleniyor ama insan neden bağımlı oluyor bilimsel olarak ispatlanmış bir konu değil. Muhafazakar toplumlarda her türlü bağımlılık hoş karşılanmaz. Hattta o kadar ileri gidenler vardır ki örneğin; günde beş saat uykudan fazlasını asla doğru bulmazlar. Onlar için fazla uyku bağımlılıktır ve insanı geliştiren kimi faydalı davranışlardan alı koyar. İ nsan ne gibi faydalı davranışlar gösterir? Elbette ki en doğru davranış tanrıya ibadet ve yakarışlar... Ama bu yakarışların bir tavrı ve biçimi olmalıdır bu ikisi bir araya geldi mi de ahlak diyorlar. Muhafazakarlık tavır ve biçimdir anlayacağın... Örneğin bir budist rahip sigara içemez. Eğer sigara gibi bir bağımlılığı varsa o bir rahip olmaz. Çünkü sigara içmek bir bağımlılıktır ve bağamlılık ahlaki zaaftır. Biçim ve tavır muhafazakarlık için tem

Cehenneme ulaşım kesin ama cennet bizde zor

Biliyorsunuz ben çevremdeki herkesi cennete götürmekle değil ama cehenneme götürme vaadiyle davet ediyorum. Cennette o kadar çok iyi var ki; ben dahil pek çok insana kontenjan kaldığını sanmıyorum. Ne de olsa cennetin de bir kontenjanı olmalı değil mi. Cennete gitmenin kuralları... Cehenneme gitmenin bir kuralı yok. Sadece cennet kurallarını yerine getirmemeniz... Cennet kuralları ise tarikat, cemaat, mezhep ve itikadi yapılara göre değişkenlik gösterdiğinden o konuda size gerçek, doğru bilgiler veremiyorum. Cennete gidebilme imkanı sağlayan cemaatler, tarikatlar, Kur'an müslümanlığı gibi bilimum hareketleri içermektedir. Dediğim gibi ben size cehennemi vaad ediyorum. Çünkü cenneti nasıl vaad edeceğimi bilemiyorum. Cehenneme ise çok fazla gayret göstermeden gidebilirsiniz. Tek yapacağınız şey tarikat, cemaat, çeşitli inanç grupları ve çeşitli dini yorumlardan uzak durmanız ve kişisel itikadi yönelimlerinizi belirlemeniz. Bunu yapabilir misiniz? Eğer yapamazsanız kesin bu c