Ana içeriğe atla

"Hani abi çaylar.."


Gece boyunca kahramanı "Pirmegon'a mektuplar" yazmıştı. Bugünlerde bilgisayarın klavyesine yapışık parmakları yorgun düşünceye kadar yazıyordu. Yıllardır hayalini kurduğu harika, inanılmaz romanını yazmaya başladığına inanır olmuştu... . Tam olarak beş yıldır, bu romanı hazırlığını yapıyordu. Kaç taslak yazmıştı Allah bilir. Kahramanlarının tipolojilerini oluştururken kullandığı küçük not deftelerine; anlık aklına gelen şeyleri not düşüyordu. Mesela Pirmegon; Güneş görmemiş beyaz ten rengi, açık kahverengi saçları, uzun boyu ile zayıf, çelimsiz biriydi. Çevresine karşı ilgisiz olsa da birini sevdimi onunla günlerini geçirmekten zevk alıyordu. Ateist olmasına rağmen hurafelerden oluşan fobileri vardı; pilava kaşığını dik olarak batırmaz, biri batırdığında o pilavı asla yemezdi. Sexe düşkünlüğü, tatmin edemediği dürtülerini -anti-sosyal sayılamayacak olsa da- karşı cinsle kuramadığı cinselliği çoğunlukla mastürbasyonla karşılıyordu. Kimi fahişelerle geçirdiği geceleri olsa da ciddi bir ilişki yaşamamıştı .. Elektirik mühendisliğini bitirmişti ama babadan miras kalma pastaneyi işletiyordu...  (Gerçek ismini Romanın kahramanı Yavuz'da bilmiyor)

Otobüs durdu...
2016 Nisan ayının ilk günleri, bahar yağmuru çiseliyor. Birden gökyüzünde bir ışık belirdi... Gözlerini, otobüsün nemlenen camından gökyüzüne doğrulttu, Yavuz... Topkapı-Beşiktaş otobüsünde işe doğru gidiyordu. Beşiktaş çarşısında bir outlet mağazada çalıyordu...
Yağmur hızını arttırmıştı yanına şemsiye de almamıştı otobüsten indiğinde ne yapacağını düşünüyordu. "İnşallah durakta şemsiye satan birileri vardır" diye aklından geçirdi. Beşiktaş iskelesi son durağa geldiğinde şemsiyecilerin yan yana sıraya dizildiklerini görünce sevinci yağan yağmura eşlik ediyordu... Satıcıların fırsatçılıkları dahi umrunda değildi, iş yerinde; yağmurdan ıslanmış bedenine yapışık elbiselerle çalışmak istemiyordu...
Otobüsten indiği sırada iş ortağı Nusret, telefon etti. "Yavuz otobüsten indiğinde üç dört tane simit al. Çaylar benden" dedi...
Simitleri alıp mağazaya yöneldi. İçeri girdiğinde simitleri Nusrete uzattı "Hani abi çaylar.."
Nusret; "Ulan yine geç mi yattın, çok mu yazdın gözlerin kızarmış yahu ne zaman bitecek bu roman"
Yavuz; "Nusret abi daha yeni başladım bismilllah..." dedi
bitti...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İbn Arabi Abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, insan devlet modelimiz

İslam sufi ve düşünürü rahmetli İbn Arabi abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, Aristonun; siyaset, devlet mevzusunu ele aldığı Politika olarak isimlendiren; devleti tartışma mevzu yaptığı kitaptan mülhem, insanı merkeze ele alarak neşrettiği kitabıdır. Yani Aristo denen zat, insanın kendi amacına, iyisine, mutluluğa ancak toplum ve devlet düzeni içinde erişebilir teorisini geliştirirken, rahmetli İbn Arabi, dünyevi mutluluğun insanın kemalata uluşmasında arar. Bu bize her iki medeniyetin varlığı, insanı nasıl ele aldığını gösteren bir özellik arz eder. Şöyle ki; Batı toplum ve varlığını, mutluluğunu kollektif bir oluşumla bireyselleştirirken bizde bireyin mutluluğu kendini gerçekleştirme, insani kemalata uluşmakta çoğullaştırır. Yani Batı için çoğunluğun yansıması olan birey varken bizde insanın meydana getirdiği topluluk vardır. Batının bütün kalabalıkları hepsi birbirine benzeyen bireylerken ki; yaşam, siyaset, ideoloji, hayattan beklenti, üretin, tüketim alışkanlıları gibi hep

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Anlatsana bir kasiyerin başından geçen hikayeleri yiyorsa!

Hep anlatacağım bir masalım vardır. Bir sekilde masallar hikayeler uydurabilirim, hiç durmadan. Siz bilmezsiniz ama ben masallar dinleyerek büyümüş bir çocuktum. İnsanın mahalle mektebinden mezun bir büyükannesi olunca, okuduğu Osmanlıca hikayelerinden inanılmaz kahramanlar kalır aklınızda. Sanmayın bunlar cenk masalları… Hayır, bunlar basbayağı Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi Acem, Arap masalları. Mesala Dede Korkut’tan Tepegöz hikayesini, ben ilk kez büyükannemden dinledim.  O, Latin alfabesi bilmediği içinse mektebe gitmiş; okuma- yazmayı öğrenmiş. Biz torunlarına kitap getirir yahut bir yerlerden eline geçmiş kağıt, takvim yaprakları okuturdu. Demek istediğim o masallar güzeldi…   Ben ilk hikayemi ilkokul üçüncü sınıfta yazdım. En son hikayemi ise geçenlerde bir kağıt üzerine iliştirdim ama şu anda kağıdı bulamıyorum. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, hikaye yazmakta pek iyi olduğum söylenemez. Kurgu sorunlarım var. Sonra karakterlerin birbirinden faklı dünyalarını aktarm