Ana içeriğe atla

Sevgili Pirmegon...

Sabah...
Sevgili Pirmegon... Umarım sana yazdığım mektupları okuyorsundur. Tamam bana cevap yazmanı istemediğimi söylesem de merak ediyorum işte... Okumuyorsan üzülürüm hatta çok çok... İnsan dua ederken tanrının kendisini dinlediğine inanıyor. Görmediğim bir tanrının beni dinlediğine inanıyorum senin de okuduğuna... Dinliyor mudur sahiden... Dinliyordur diye düşünüyorum... Dinlemese bu kadar milyarlarca insan dua eder mi hiç.

Biliyorum sen ateistsin, bu konulara tepkilisin. Hatta dua etmenin kendi gerçeğimizden kaçmak olduğunu söylüyorsun. Olsun belki de insan kendi gerçeğinden kaçtıkça mutludur, Pirmegon. Sahi sen ne kadar gerçeksin...
Geçen bi sohbet sırasında aklıma geldi; neden gerçekle bir türlü aramın iyi olmadığını oradakilere anlatmak. Gerçeğin, gerçek denilen şeylerin egemenlik alanını belirlemek için bir araç, yöntem olduğunu düşünürüm. Bana ekonominin, bankacılığın, üretimin, tüketimin hep bir gerçek ve rasyonel yönü olduğunu anlattılar. Bu arada yazmadan geçmeyeyim ben bankacılık ve dünya bankacılığı üzerine doktora yaptım. Ama
doğrusu hiç bankacılık yapmadım. Senin de bankacılık konusunda çok şey bildiğini sanmıyorum. O nedenle bankacılığı sana anlatmayacağım. Dünyada bankanın neden var olduğunu paranın nasıl kontrol edilmesi gerektiği gibi konuları ise asla...

Sana ne anlatacağımı bilmiyorum aslında. Canım sıkılıyordu iki muhabbet etmek için bunları yazdım. Bence sen tam bir öküzsün! ama olsun iyi biri olabilirsin. Öküzlerin de iyi biri olacağına inanıyorum.
Gönderdiğim mektupları oku yoksa sana küserim
bitti...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Prof.Dr. Oğuz Tekin'le Eski Çağ söyleşisi

Türkiye'de Eskiçağ tarihi alanında önemli çalışmalara ve eserlere imza atan Prof.Dr. Oğuz Tekin Hocamıza,  ülkemizde Eskiçağ tarihinin durumu ve bu alanda yapılması gerekenlerle ilgili sorular yönelttik... İyi okumalar...  Eskiçağ tarihi yazımının, Rönesans’ta oluşan ‘Hümanizm’ akımıyla başladığını görüyoruz. Bu düşünceyle doğmasının nedenleri nelerdir? Eskiçağ tarihini ana hatlarıyla zamansal (kronolojik) ve mekansal (coğrafi) kapsamından bahseder misiniz? Aslında Eskiçağ tarihi yazımı daha Eskiçağ’ın kendisinde başlıyor. Eskiçağ devletlerinin, uygarlıklarının, bu uygarlıklar içindeki tarihsel kişiliklerin, inancın kayıtlarını; antik çağ yazarlarının eserlerinde bulmak mümkündür. Oldukça geniş bir repertuvar söz konusudur. Roma İmparatorluğu ve “Bizans” Dönemi’nde de bu sürmüştür. Özetle Eskiçağ tarihine ilişkin yazım, daha Eskiçağ’da (kendi döneminde) başlamıştır zaten. Rönesans’ta başlayan, antik çağ yazarlarından kalan eserlerin, yeniden derlenmesi ve günümüze akta

Bismillahirrahmanirrahim

  Bismillahirrahmanirrahim; harfi cer bağlacıyla başlayıp her bir sıfatın el ile maarifelenmesinin ve hasfedilmiş (gizli) bir fiilin yine hafsedilmiş failine (gizlenmiş) ulaştırılmasıyla tamamlanır. Ne ilginçtir ki biz orada geçen isimleri yani Rahman, Rahim ve Allah söylerken gizli olan (huve eril zamir veya hiye dişil) zamirini görmediğimizden unuturuz. Oysa besmele bize o "huve -hiye" zamirini anlatır. Herkes Rahman veya Rahim veya Allah ismini tefsir ediyor fakat biz hep "O yani hiye veya hüve" zamirini tefsir ediyoruz. Dedik ya zaten Rahman, Rahîm ve Allah isimleri de O'nu tefsir ediyor. Allah yerlerin ve göklerin nurudur niçin deniyor. "Huve-hiye" gayb yani bizim için karanlık olan yerdir. Allah, o karanlığı/gaybi yani huveyi bize anlaşılır kılıyor, kavramlaştırıyor. Yani hüve-hiye karanlığın kendisiyken Allah, rahman ve rahim ve diğer isimlendirmeler onu görünü, anlaşılır kılıyor. Böylece biz semitik inancın varlık ve yokluk, aydınlık ve kara