Ana içeriğe atla

İlim, bilim, zaman mekan ruh gibi meseleler

Bunu kaç dersimde ve kaç yıl anlattığımı bilmiyorum. Bugünlerde de tekrar anlatmak zorunda kalıyorum. 
Efendiler, malumunuz ilim dediğimiz şey bir metodoloji ile tezahür eder. Zira ilim bir yöntem meselesidir. Şöyle izah edeyim. Malumunuz insanlık kaç bin yıldır gökyüzünde duran yıldızları orada görüyordu. Ve yıldızlar, o insanlar için yol bulmayı, kimi çeşitli mitolojik masalları ihtiva eden nesnelerdi. Zaman geldi geçti ve insanlık izafiyet teorisi diye bir meseleden bahseder oldu. Böylece orada duran yıldızlar bizim için başka bir bilim ifade eder oldu. Ayrıca uzay bilimleri ilerleyince biz uzayın oluşmasıyla yıldızlar arasındaki ilişkiyi öğrendik; bunun gibi pek çok şeyi öğrendik. Şimdi bundan iki yüzyıl önce de yıldızı biliyorduk. O bir ilimdi. Ancak izafiyet teorisiyle yıldızlar bizim için başka bir ilim ifade ettiler. Yani nesne hakkında bilgimiz yeni bir metodla değişti. Oysa ne yıldız ne de zaman değişti. değişen metodolojidir. Şimdi, meselemiz tarihi bir olayın gerçekleşmiş veya uydurma olduğu değil. mesele bizim hangi metodla o bilgiyi değerlendirdiğimizdir. İstanbul'un fethini kronolojik tarih metoduyla okursak ulaşacağınız ilim farklı, mukayeseli tarihle okursanız ilim farklı ortaya çıkar...
Bütün hadisler sahih olsa siz geri zekalı olsanız ilim sizi yanıltır. Dedim ya metodolojiniz yanlış... sorun hadislerin sahih veya uydurma olması değil...

"Zamanın ruhu" aslında ilk defa kullananlardan biri rahmetli abimiz ibn Arabidir. O zaman ve ruh meselesini izah ederken. "Zamanın da ruhu vardır" der. Tabi zaman mefhumunun önemini bize öğreten ilk insan Hz. Peygamberdir ve o şöyle "Zamana sövmeyin o Tanrıdır" der. Hegel abimize atfen kullanılan bu terim elbette farklı anlamlarda kullanılır. Ben Hegel'in zamana biçtiği gorevi bir bakıma da Kant babaya itiraz olsun diye getirdiği bu yaklaşımı kabul etmem. Benim kabul ettiğim daha çok ibn Arabi oradan da Hz. Peygamberin işaret ettiği meseledir. Ruh nedir sorusunu zaten cevaplamıştım. Tekrar edeyim Ruh, vahiydir...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İbn Arabi Abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, insan devlet modelimiz

İslam sufi ve düşünürü rahmetli İbn Arabi abimizin Tedbiratı İlahiye adlı eseri, Aristonun; siyaset, devlet mevzusunu ele aldığı Politika olarak isimlendiren; devleti tartışma mevzu yaptığı kitaptan mülhem, insanı merkeze ele alarak neşrettiği kitabıdır. Yani Aristo denen zat, insanın kendi amacına, iyisine, mutluluğa ancak toplum ve devlet düzeni içinde erişebilir teorisini geliştirirken, rahmetli İbn Arabi, dünyevi mutluluğun insanın kemalata uluşmasında arar. Bu bize her iki medeniyetin varlığı, insanı nasıl ele aldığını gösteren bir özellik arz eder. Şöyle ki; Batı toplum ve varlığını, mutluluğunu kollektif bir oluşumla bireyselleştirirken bizde bireyin mutluluğu kendini gerçekleştirme, insani kemalata uluşmakta çoğullaştırır. Yani Batı için çoğunluğun yansıması olan birey varken bizde insanın meydana getirdiği topluluk vardır. Batının bütün kalabalıkları hepsi birbirine benzeyen bireylerken ki; yaşam, siyaset, ideoloji, hayattan beklenti, üretin, tüketim alışkanlıları gibi hep

Pis Bir roman yazmak: Üçücü bölüm Ana karakterden sonraki ölü

Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne kadardır düşünüyorum tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak, içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki. Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk. Aldığım notlardan birinde; umum tuvaletin alafranga taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı artıklarının biriktiği yerin tam ortasına bırakılmış bok yığının bir psikopat tarafından, ağzından salyalar akarak onu yalamasını anlatan ve o boku yiyinci de süper kahraman olduğunu hayal ettiren bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu pis bir roman olmayacaktı vazgeçtim. Ya da bir hastahane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını... Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiç bir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Fakat bir hastane müdürünün bu kadar psikopat olmasının ve bunun bir roman olarak bestseller olması halinde yakalayacağım şöhretin ardından;

Anlatsana bir kasiyerin başından geçen hikayeleri yiyorsa!

Hep anlatacağım bir masalım vardır. Bir sekilde masallar hikayeler uydurabilirim, hiç durmadan. Siz bilmezsiniz ama ben masallar dinleyerek büyümüş bir çocuktum. İnsanın mahalle mektebinden mezun bir büyükannesi olunca, okuduğu Osmanlıca hikayelerinden inanılmaz kahramanlar kalır aklınızda. Sanmayın bunlar cenk masalları… Hayır, bunlar basbayağı Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi Acem, Arap masalları. Mesala Dede Korkut’tan Tepegöz hikayesini, ben ilk kez büyükannemden dinledim.  O, Latin alfabesi bilmediği içinse mektebe gitmiş; okuma- yazmayı öğrenmiş. Biz torunlarına kitap getirir yahut bir yerlerden eline geçmiş kağıt, takvim yaprakları okuturdu. Demek istediğim o masallar güzeldi…   Ben ilk hikayemi ilkokul üçüncü sınıfta yazdım. En son hikayemi ise geçenlerde bir kağıt üzerine iliştirdim ama şu anda kağıdı bulamıyorum. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, hikaye yazmakta pek iyi olduğum söylenemez. Kurgu sorunlarım var. Sonra karakterlerin birbirinden faklı dünyalarını aktarm